Yaşadığı hiçbir şeyin zorluk olmadan gelmeyeceğine inanan her insanın tüylerini diken diken eden bu sakin günler, benim korkudan ödümü koparıyordu. Yürüdüğüm koridorlardan, önünden geçtiğim sınıflardan, gülümsediğim insanlardan her an bir şey çıkıp üzerime saldıracakmış gibi hissediyordum. Uzun süre savaşta olduktan sonra bu sakin günlerin huzurlu hissettirmesi gerekirdi. Bir gramını dahi hissedemiyordum.
Marcus ile yaptığımız büyünün üzerinden birkaç gün geçmişti. O gün Alp'i bulup annemi gördüğümü anlattığımda her zamanki gibi bunun bir tuzak olabileceğini söyledi. Ayrıca kimseye bahsetmemem gerektiğini de eklemeden geçmedi.
Tuçi kokusunu duyup ona göre bir karara varmam oldukça zayıf bir dayanaktı. Ama benimkisi yalnızca duyduğum bir kokudan ibaret değildi. Hissediyordum. Damarlarımda kanın aktığına emin olduğum kadar hissediyordum.
Kasım ayının serinliği yerini Aralık ayının soğukluğuna bırakmıştı. Dün gece uyuyamadığım için pencere pervazına oturmuş, yatakhanede uyuyanların düzenli nefeslerini dinlerken gökyüzünden düşen kar tanelerini karşılamıştım. Sabaha karşı birkaç saat uyuyup kalktığımdaysa neredeyse dizime kadar gelen karla uyanmıştım.
Çocuk Zeynep dışarıya koşup pamuk gibi yumuşaklığın içerisinde kendisini bırakıp yuvarlanmak, çizgi filmlerdeki gibi koca bir kar topuna dönüşüp hayatını öyle idame ettirmek istedi. Ama aklım çok daha başka yerlerdeydi. Geride bıraktığım ve sevgimi kazanmış o kadar çok kişi vardı ki. Onlara umut vermiştim ve bir anda ortadan kaybolmuştum. Neler yaptıklarını, ne kadar yol katettiklerini görmek için can atıyordum.
Bay Beaumont ilk zamanlar arada bir çıktığı odasından son iki gündür neredeyse hiç çıkmamıştı. Tam olarak neyin peşinde olduğunu bilmiyordum ancak sona yaklaşmış olması için dua ediyordum. Beklemek, oldukça çıldırtan bir eylemdi.
"Kahvaltıya gelmiyor musun?"
Sybil saçlarını toplarken odaya girdi.
"Aç değilim."
Arkamda olduğu için göremiyordum ancak bir an sessiz kaldı. Sırf bir şeylerle uğraştığını göstermek için umutsuzca yastığını kabarttı. Bakışlarını sırtımda hissediyordum.
"Kendine işkence etmekten vazgeç."
"Tamam."
Sybil sıkkın bir şekilde nefes verdi. Tartışıp içimi dökmemi ve rahatlamamı istiyordu ancak günlerdir ona istediğini vermemiştim. Sessizdim, yemek yemiyordum ve doğru dürüst uyumuyordum. Aynaya bakmaya gerek duymadan kırmızı damarlı ve mor gözaltı, torbalı gözlerimin olduğunu söyleyebilirdim. Dudaklarımı çiğnemekten her tarafını yara içerisinde bırakmıştım. Her ısırışım taze bir yarayı kanatıyordu. Ancak acı, şu an için hissedebildiğim tek şeydi.
"Sen bilirsin. Sana bakıcılık yapacak değilim."
Ayaklarını sürüyerek odadan çıktığında bu söylediğinde ciddi olmadını o da biliyordu.
Midem açlıkla guruldarken onu duymazdan geldim. Olduğum yerde gittikçe gerginleşiyordum. Arkamı dönüp yatakhaneye baktım. Tüm düzenli yataklar arasında benimkisi çirkin ördek yavrusu gibiydi.
"Zeynep?"
Gelen Nikolas'tı. Antrenman sahasındayken dövüştüğümüz Zaman Bükücü çocuk. Soru dolu bakışlarla ona baktım.
"İyi misin diye merak ettim."
"Umrunda mı?"
"Olmasa burada olmazdım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYALPEREST
FantasyEv-okul-Umut üçgeninde bir yaşamı olan Zeynep'in sıradan hayatı, geçirdiği trafik kazası sonucu girdiği koma ile bambaşka bir renge bürünür. Zeynep bir Hayalperest'tir. Tüm Hayalperestler gibi o da gözlerini Hayalperest evreninde açar. Başlarda her...