Uyuyamayacağımı artık anlamıştım. Sırtım Emre'ye dönük bir şekilde hareketsiz olmaya özen gösteriyordum. Emre alkollü dahi olsa hala askeri becerilerine sahipti ve en ufak hareketlilikte vücudu hemen savunmaya geçercesine onu uyandırıyordu.
Melek'in çadırında gördüğüm o Taş. Nasıl tanımlar içerisine girip bunu kendime açıklamalıyım, bilmiyordum. En kaba haliyle, onu istediğimi hissetmiştim. Sanki onun içindeki bir şey bana aitti.
Aslında bir katil gözüyle bakmalıydım o Taş'a. Deneyen herkesi öldürmüştü. Vücutlarındaki tüm kanı kurutup içten içe onları ateşe atmıştı. Tek bir kişi dışında. O adam. Taş'ı çalıştırmayı başarmıştı. Ancak devamında deneyen herkesi de öldürmüştü. Böyle bir risk alınabilir miydi?
Eğer işe yaramazsa beni öldürürdü. Eğer işe yararsa gene ölebilirdim. Çünkü o adam gibi ölüp tekrar geri gelip gelemeyeceğimi bilmiyordum. Eğer bu evrende ölürseniz gerçek dünyadaki bedeninizde ölüyordu. Ancak eğer o Taş'ı uyandırabilirsem bu evrendeki herkesin dünyaya açılan bir bileti olurdu. Emre gibi sevdiklerini geride bırakanlar ve her lanet günü onları düşünmeden geçiremeyenler için bir çıkış biletiydi bu.
Bir de şu Naykah olayı vardı. Beni korumak için annemin verdiğine emindim. Eğer sadece rüya olsaydı o Taş hayatımda olmazdı. Kim bizi dinlemek için buna gerek duymuştu ki? Daha da önemlisi ne öğrenmek istiyorlardı?
Emre bana gerçek dünyada da Hayalperestleri eğitmek için bazı okulların olduğunu söylemişti. Yani bilen birileri vardı. Tüm bu olayları, amaçları, her şeyi. Nasıl her şeyden uzak bir hayat geçirebilmiştim ben? Eğer annem tüm bunlardan uzak olsaydı, daha da önemlisi eğer bir Hayalperest olsaydı benim bundan mutlaka haberim olmaz mıydı?
Aklıma birden bir anı düştü. Okula gitmek için arabaya binmiştik ve Seyfi Abi'nin arabanın camını tıklatarak anneme bir mektup uzatmıştı. O an telefonumu anneme vermemeye o kadar konsantre olmuştum ki annemin yüz ifadesindeki değişiklik bana önemsiz gelmişti. Bundan daha da önce defalarca annemin beni ısrarla bir yerlerden uzaklaştırdığı anıları gelip duruyordu. Anlık önemsiz olan tüm o şeyler... Şimdi nasıl da bilmeceyi daha da karmaşıklaştıran hale dönüştürüyordu.
Sıkıntılı bir iç çektim. Güneş yavaş yavaş doğmaya, doğa uyanmaya başlıyordu. Emre birazdan uyanırdı. Antrenmanımız bu saatlerde başlıyordu. Ancak pek dövüş antrenmanı havamda değildim. Bugüne kadar hiç yapmadığım bir şeyi yapıp bir günlük izin isteyecektim. Aklımda dövüşten çok daha çekici bir şey vardı.
Arkamda Emre'nin kıpırdandığını ve ayaklandığını duydum. Emre uyanınca yatakta bir süre oyalanan tiplerden değildi. Gözlerini açar açmaz ayağa kalkardı.
Bir süre hareket etmeden onu dinledim. Giydiği günlük kıyafetlerinın üzerine kılıç kemerini takmak üzere benim tarafıma geçti. Hemen gözlerimi kapatıp uyuma numarama devam ettim. Anlık bakışını üzerimde hissetmiştim.
Normalde biyolojik saatim bu saatte beni hemen uyandırırdı. Bahanem hazırdı. Gece kınızı fazla kaçırmıştım. Yorgundum ve kalkacak halim yoktu.
Emre'nin üzerime doğru geldiğini duydum. Gözlerim kapalı dahi olsa hareketlerini hayal edebiliyordum. Tek dizinin üzerine çökmüştü. Elini omuzuma koyup o tatlı sesiyle beni uyandırmaya çalışıyordu.
"Zeynep."
Duymazdan gelip numarama devam ettim. Yeniden adımı seslendiğinde hafifçe gözlerimi aralayıp kollarımı yukarıya doğru gerdim. Bakışları sıcacıktı.
"Hadi kalk, antrenman saati geldi."
"Emre, lütfen bugünlük izin ver. Başım çatlıyor." dedim uyku mahmuru sesimle -ki değildi aslında-.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYALPEREST
FantasyEv-okul-Umut üçgeninde bir yaşamı olan Zeynep'in sıradan hayatı, geçirdiği trafik kazası sonucu girdiği koma ile bambaşka bir renge bürünür. Zeynep bir Hayalperest'tir. Tüm Hayalperestler gibi o da gözlerini Hayalperest evreninde açar. Başlarda her...