Seçkin'e her şeyi anlattım. Hayalperest Şehri'nde yaşananları, saldırıyı, kaçışı, Eflin'in serum için geri dönüşünü ve şu anda burada neden olduğumuzu. Büyük bir sessizlik ve ihtiyat içerisinde beni dinledi. Arada küçük hareketlerle başını sallıyordu. Gözleri mızrak gibi üzerimdeydi.
"Serum'u almaya gittiklerinde Çağdaş -bizim teknikerimiz- onların eline geçmiş. Eflin de Alpagu ile birlikte onu geride bırakmamak adına orada kaldılar. Alacakları serum, Taş'ı ele geçirdiğimizde bizi çok daha hızlı bir şekilde Evren'e geri götürecek. Tabi Eflin o işi halletmeye çalışırken de biz müttefik arayışı içerisinde girecektik. Eflin birkaç kişiyle irtibata geçtiğini söylemişti. Eflin orada sıkışmışken olumlu yanıt verip vermediklerini nasıl anlayacağımızı bilmiyorum. Ama bizi buraya, sana yönlendirdi."
"Şu ana kadar söylediklerini anladım. Ancak anlamadığım şey bu barbarlar hala dünyaya gelmeye devam ediyorlar değil mi? Şu an biz konuşurken bile."
Başımı onaylarcasına hızla salladım.
"Kehaneti duymadın mı?" diye sordu Alp. Amerikan tarzı mutfak tezgahına dayanmış bir elmadan kalan iskeleti kemiriyordu.
Seçkin ona baktı. "Ne kehaneti? Onun gerçek olduğunu söylemeyeceksiniz bana değil mi?"
İkimiz de ona cehennemin sıcak olduğu kadar gerçek olduğunu belirten bir bakış attık. Gözlerini bıkkın bir şekilde devirip bir iç geçirdi.
"Ah bu kehanetlerden çektiğimiz nedir?" diye mırıldandığını duydum. Kaşlarımı çattım.
"Başka ne kahanet duydun ki?"
Omuz silkti.
"Sizinle bir ilgisi yok. Tamamen geçmişle alakalı bir şey."
Oturduğum yerde geriye doğru yaslandım. Kollarımı göğsümde bağlayıp meydan okurcasına ona baktım.
"Dinlemeye vaktimiz var gibi."
"Ya evet, dışarıda dünyanın sonu gelirken tabi ki bol bol vaktimiz var." Kolunu kaldırıp daha yeni fark ettiğim, başka bir odaya açılan kapıyı gösterdi. "İstersen monopoly de getireyim. Kıyamet koparken oynanabilecek en güzel oyun."
Şimdi gözleri devirme sırası bendeydi. Tamam, biraz saçmalamıştım ancak Eflin'in bizi gönderdiği adama sonuna kadar güvenmek için geçmişini öğrenmek istiyordum. Alp'e baktım. Tüm bu konuşmalardan uzak elmalı parmaklarını yalayarak temizliyordu.
"Peki şimdi ne yapacağız?" diye sordum Seçkin'e bakarken.
Seçkin, sorumun havada asılı kalmasını sağladı. Gözleri yeri dolaşırken beynindeki elektirklenmeyi görebiliyordum sanki.
"Şöyle yapacağız. Sizi bir süre burada misafir edeceğim. O sırada ben de bulabileceğim tüm kontaklarımı bulup harekete geçeceğim."
"Pardon? Harekete geçeceğim, derken. Geçeceğiz demek istedin herhalde."
"Bak, seninle şu an bu tartışmayı yapmak istemiyorum. Benim evim, benim kurallarım. Buraya sen geldin, ben çağırmadım."
Oturduğum yerde dikleştim. "Güle oynaya gelmedim. Bir görev uğruna geldim."
"Çok iyi bir görev kadını olduğunu görebiliyorum ancak şu andan itibaren ipleri ben devralıyorum. Gerektiğinde sana geri vereceğim merak etme. Tüm bu stresli işleri hayatımın en gerisinde bıraktığımı zannediyordum ancak görüyorum ki onlar beni bırakmıyor."
Tuttuğum nefesi yavaşça bıraktım. Karşımdaki insanlara çok fazla yüklenmemem gerektiğini hatırlattım kendime. Alp'e baktım. Dik bakışlarımı fark edip anında bana baktı.
"Ne?" dedi olağanca umursamaz sesiyle.
Hiçbir şey söylemedim. Seçkin'in Alp'e kadınlar işte bakışı attığını görmüştüm. Bir insanı çileden çıkarırsınız ve sonra karşısında geçip delirmişsin sen dersiniz ya, aynen öyle işte.
Seçkin oturduğu yerden kalkıp sonradan fark ettiğim kapıya içeriye girdi. Bir örtüyle kamuflaj sağlanmıştı. İçeriye girerken örtüyü kenara çektiğinde yatak odası olduğunu düşündüm. Standart bir kapıdan giremeyecek kadar geniş olduğunu düşündüğüm bir yatak görmüştüm.
Ayağa kalkıp Alp'in yanına geldim.
"Kontrol manyağı oluyorsun bazen." dedi çantasını tezgaha boşaltırken.
"Kontrol manyağı falan değilim. Yalnızca işlerin düzgün yürümesini istiyorum."
"Şu anda bir kontrol manyağının tanımını yaptın."
Şaka niyetile omuzumla omuzuna vurdum. "Ve ayrıca..." dedim bastırarak, "...bu adama pek güvenmiyorum."
"Merak etme Zeynep. Eflin bizi boş tenekelere göndermez. Mutlaka bir münasebetleri vardır. Eflin'in adını duyduğunda yüzünün aldığı şekli görmedin mi?"
Haklıydı, görmüştüm. Ama dikkatimi daha çok parıldayan gözleri çekmişti. Hikayesini dinlemeyi isterdim.
Çevreme bakındım.
"Ne yapacağız burada? Durmak beni delirtiyor."
"Ben de bayılmıyorum ancak bunu öğrenmek zorundayız. Lanet bir hamster gibi sürekli çarkı döndürmek için koşamayız. Dinlenmemiz lazım."
"Bacağın nasıl oldu?"
Başını eğip dağladığım bacağına baktı. Üzerine ağırlık vererek birkaç kez zıpladı.
"Eskisiyle birebir aynı. O yaşlılarda sandığımızdan daha çok iş var."
Aklıma Suzan'ın ben gitmeden önce elime sıkıştırdığı Nykah Taş'ı geldi. Alp cehennemin dibi kadar haklıydı. O yaşlılarda sandığımızın çok çok daha üzerinde iş vardı.
Seçkin odadan çıktığında elindeki cep telefonunu kulağından çekip kırmızı tuşuna dokundu. Örtünün ses geçirmeme özelliği falan mı vardı? Seçkin'in en ufak bir sesini bile duymamıştım.
"Onları toparlamak isteyebilirsin Alp. Yola çıkıyoruz."
"Nereye?" diye sordum Seçkin uzun adımlarla çıkışa doğru yürürken. Sorumu duyduğu anda hızını biraz azaltıp bana döndü. Geri geri yürümeyi sürdüyordu.
"İpler demiştim Zeynep. Benim elimde." Arkasını döndü ve kapıyı açıp bizi sessizlikle başbaşa bıraktı.
"İpler demiştim Zeynep, benim elimde." diye taklif ettim onu olabilecek en aptal biçimde. Alp yanımdan geçerken tuhaf tuhaf bana baktı. Gülmesini tuttuğunu görebiliyordum. İşaret parmağımı tehdir edercesine kaldırdım. "Sakın!"
"Hey, ben hiçbir şey yapmadım." dedi Alp çıkışa doğru yürürken.
Dışarıya çıktığı anda kocaman bir kahkaha koyvermişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYALPEREST
FantastikEv-okul-Umut üçgeninde bir yaşamı olan Zeynep'in sıradan hayatı, geçirdiği trafik kazası sonucu girdiği koma ile bambaşka bir renge bürünür. Zeynep bir Hayalperest'tir. Tüm Hayalperestler gibi o da gözlerini Hayalperest evreninde açar. Başlarda her...