Doğaüstü Varlıklar Akademisi

27 13 1
                                    

Hatırlarsınız, bir önceki bölümün başında bahsetmiştim. Bu seriyi yazmayı bitirdiğimde bu başlık adı altında yan bir kitap yazmak istiyorum. Bu ve bundan sonraki bölümlerin çoğunluğu Akademi'de geçecek. Lütfen okumaya devam edin ve bana fikirlerinizden bahsedin. Beğenmeyi de unutmayın. İyi okumalar. :)

Üç saat süren uçak yolculuğumuzun ardından Heathrow Havaalanı'na geldiğimize dair bir anons yapıldı. İnip gerekli işlemleri yaptıktan sonra havaalanından dışarıya çıktık. Beklediğim gibi gri bulutlu bir Londra karşılamıştı bizi. Hafifçe esen rüzgar kot ceketimin altından tüylerimi diken diken etmişti.

"Şimdi nereye?" diye sordu Alp.

Seçkin etrafına bakındı. Gözüne bir şeyi kestirip yürümeye başladı. Biz de onu takip ettik. Her zamanki gibi.

"Tüm bunlardan sonra bari bir araba gönderselerdi." dedim yürürken.

Başka bir şey dileseymişim olacakmış. Kapısı açık, önünde siyah takım elbiseli bir adamın beklediği transporterın önünde durmuştuk. Seçkin, adamın elini sıkıp selamlaştıktan sonra bize yol verdi. Karşılıklı konulan koltuklardan birine oturdum. Deri altımda gıcırdadı. Arabanın yanlarında şampanya şişeleri vardı.

Alp ile çantalarımızı ayağımızın dibine koyduk. En son Seçkin bindi. Soför de koltuğuna geçmiş olacak ki arabanın kapısı yavaşça kapandı ve hafif bir gürültüyle çalıştı.

Uzun süreceğini düşündüğüm yolda hızla ilerliyorduk. Diğer tarafımıza baktığımda trafiğin olduğunu gördüm. Çakar lambalarımız falan mı vardı?

Düşüncelere dalmış bir şekilde Londra yollarını izlerken araba yavaşladı. Bir şeyin açılmasına dair izlenim veren cızırtılı bir ses duydum. İleriye doğru baktığımda oldukça ihtişamlı bir kapının yavaşça iki yana ayrıldığını gördüm. Araba minik tempoda ilerlemeye başladı. Beş dakika daha gitmiştik ki hafif bir kıvrılma hareketinin ardından araç durdu. Kapı kapandığı hızda yavaşça açıldı. İçeriye Londra'nın serin havası dolarken en son ben indim. Filmli camdan net olarak görememiştim ancak burası görüp görebileceğim en ihtişamlı yerdi.

Nereye baksam yemyeşil çimenler görüyordum. Eşit uzunlukta ağaçlar, jiletle bir anda kesilmişçesine dümdüz budanmış çalılıklar vardı. İleride bir çeşmeden akan suyun sesini duyabiliyordum.

Alp'in şaşkınlık dolu küfrü dudaklarından dökülürken ona döndüm. Başını kaldırmış bakıyordu. Gözlerimi baktığı yere çevirdiğimde ne kadar haklı olduğunu anladım. Daha iyi görebilmek adına birkaç adım geriye gittim. Kendimi 1300'lü yıllarda hissettirecek kadar ihtişamlı bina karşısında küçük dilimi yutacak gibiydim. Bina hem sağa hem de sola doğru tüm heybetiyle devam ediyordu. Bir yıl burada yaşasam yine de tam anlamıyla her yerini keşfedemeyeceğimi düşündüm.

Binanın siyah kapısı yavaşça açıldı. İçeriden kumral saçlarının bir kısmını topuz yapıp gerisini omuzlarından salmış, geniş kollu uzun bir elbise giymiş bir kadın çıktı. Gülümsemesi melekleri andırıyordu. Havada süzülür gibi yanımıza geldi.

"Doğaüstü Varlıklar Akademisi'ne hoşgeldiniz." Türkçe konuşuyordu. "Benim adım Eliza Adalberto. Buranın işleyişinden sorumluyum." Seçkin, Ceylin ve Adrian'ı tanıdık bakışlarla selamladı. İlk önce Alp'in ardından da benim elimi sıktı. "Lütfen beni takip edin." dedi sakinlikle.

O önde biz arkada yürümeye başladık.

Tarihin tüm kokusunu hissedebiliyordum. Gözlerimi kapatıp yavaşça içime çektim.

HAYALPERESTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin