Yolculuk

26 12 1
                                    

Merhaba herkese. Farkındayım, bölümlerim arasında ciddi paylaşım aralıkları var ancak bu yazmadığım manasına gelmiyor. Yalnızca paylaşmayı unutuyorum veya sonra yaparım diyip erteliyorum. Bunun için özür dilerim hepinizden. Elimden geldiğince düzenli şekilde paylaşacağım ancak söz veremiyorum ne yazık ki.

Konu güzel bir yere gidecek bundan sonra. Okumaya devam edin. Bu serinin bir başka yan kitabını yazmak gibi bir fikir var aklımda. Eğer bu bölümden sonraki bölümün adını ve içeriğini severseniz lütfen beğenmeyi ve yorum yapmayı eksik etmeyin. Sizin düşünceleriniz benim için çok önemli. :)

Bu arada müziğin tadını çıkarmayı unutmayın. İyi okumalar. :)

"Nereye gittiğimizi söylemeyecek misin?"

"Sabırlı olun neredeyse vardık." dedi Seçkin.

Yaklaşık onbeş dakikadır bir arabanın içerisinde yol alıyorduk. Depodan çıkarken Alp ile birlikte aldığımız arabanın sürücü koltuğundaydı. Yanında ben, arkamızda da Alp oturuyordu. Öne geçmek ile ilgili takıntıları olmadığı için sevinmiştim. Ancak direksiyon başındaki o kasılma anları aklımdan gitmiyordu.

Mekandan çıkmadan önce üstlerimizi değiştirmiştik. Alp siyah kumaş bir pantolon ve üzerine de kaslarını iyice ortaya çıkaran beyaz bir gömlek giymişti. O kalın asker kıyafetlerinin bu nimetleri gizlemekte oldukça iyi olduğunu fark etmiştim. Bense dar bir kot ve beyaz askılı sporcu atletimin üzerine kollarını kıvırdığım kot bir ceket giymiştim. Saçlarımı yandan örüp omuzumdan aşağıya sarkıtmıştım. Kendimi yeniden okul zamanlarımdaki ergen halim gibi hissediyordum.

Başımı arkama çevirip belli belirsiz Alp'e baktım. Yanına koyduğu çantalarımızın üzerine tek kolunu atmış, diğeriyle yeni çıkmaya başlamış sakallarını kaşıyordu. Gözü ,penceresinden akıp giden görüntülerdeydi.

Seçkin'in mekanından çıkmadan önce birkaç adamına da bizimle gelmelerini emretmişti. Arka camdan baktığımda peşimizden geldiklerini görebiliyordum. Geri kalanını da orada bırakmıştı. Ve her nasılsa hepsi hiçbir şey sormadan bu dediklerine itaat etmişlerdi.

"İşte geldik." dedi Seçkin duygusuz bir sesle.

Başımı ön cama çevirdim. Büyük harflerle SABİHA GÖKÇEN HAVALİMANI yazıyordu. Soru dolu bakışlarımı Seçkin'e çevirdim.

"Buradan birini mi alacağız?" Soru ağzımdan çıkar çıkmaz aptallık ibresi kırmızı ışıklarla bana kendini hatırlattı.

"Hayır." dedi arabayı başka bir arabanın arkasına yavaşça park ederken.

Başka bir şey söylememişti. Ben de sustum. Nasılsa her ne oluyorsa görecektik. İçeriye girmemişti. Dışarıda bir yere park etmişti. Çevreme bakınıp bir hareketlenme bekledim.

Beş dakika.

Bir beş dakika daha.

On dakika.

Zaman akıp gidiyordu ve biz hala arabanın içerisinde oturmuş ilahi bir işaret bekliyor gibiydik. İçimde, sürekli kapalı alanda kalmanın verdiği bir darlanma kıpırdanmaya başladı. Elim kapıyı açmak için kalktı ancak Seçkin beni durdurdu.

"Dışarı çıkmak için de izin alacak değilim." dedim aksi bir ses tonuyla.

Seçkin'in gözleri ileride bir şeyi takip ediyordu. Belirsizlik dolu bakışları tanıdık birini görmenin verdiği mutlulukla parladı.

"Hadi, gidelim." dedi Seçkin.

Büyük bir rahatlamayla arabadan kendimi attım. Başım Seçkin'in hızla yürüdüğü yere yönelirken Alp'in verdiği çantayı omuzuma geçirdim.

HAYALPERESTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin