On İkinci Bölüm

17.5K 1K 44
                                    



"Seninle asla evlenmem!"

"İyi, bu konuda anlaştığımıza göre yola çıkabiliriz."

İlhan, ileride bir ağacın gövdesine bağlı duran atına doğru yürüdü ve onu serbest bıraktı. Eyerlenmiş atının üzerine bindi. Atıyla Evra'nın yanına gitti. O sırada siyah dalgalı saçlarından elini geçirip ensesine dokundu. Evra'ya yaklaştığında ona doğru uzanıp belinden tutarak atına bindirmeye yeltenirken genç kız kenara sıçradı. İlhan onun bu davranışını bir kaş çatışla izledi.

"Ben kendi atımla yola devam etmek istiyorum."

"Olmaz. Ona arkadaşın Mehmet biniyor zaten..."

"Ben onunla yola devam edeceğim."

İlhan'ın yakışıklı yüzü gerildi. "Hayır, benimle geliyorsun," dedi sert ses tonuyla.

"Zaten gözünüzün önünde ilerliyoruz yolda, neden seninle geleyim? İstemiyorum!"

"Niye? Yoksa benimle atın üzerindeyken benden etkileneceğinden mi korkuyorsun?" diye sordu İlhan muzip bir tavırla.

Evra'nın yüzü kızardı bu sözlerden sonra. Kendini çabuk toparlayıp yeşil gözlerini kıstı. "Öyle bir korkum elbette yok! Senden etkilenme ihtimalim sıfır. Ben Kızıl'ımdan ayrı yola devam etmek istemiyorum, yoksa sende beni yine gözünden kaçıracağın için mi endişeleniyorsun? Kendine güvenin mi azaldı İlhan Şahranbolu?"

İlhan sinirli bir ses tonuyla, "İyi, bin bakalım Kızıl'ına. O at iki kişiyi zor taşır, kaleye akşama bile varamayız."

"Benim için sorun yok." Evra, Kızıl'ına bindi zafer kazanmış bir edayla. Sonrada Mehmet'in yanına sürdü atını. Onu da aldı arkasına. Mehmet'in elleri çözülmüştü savaşçılar tarafından. Mehmet, Kızıl'ın kontrolünü elinde tuttu.

"İlhan'ı nasıl ikna ettin benimle yola devam etmeye?"

"Damarına basınca çok zor olmadı onu ikna etmek," diyerek kıkırdadı Evra.

"Senden korkulur Evra, küçükken de böyleydin sen... Annen kadar otoriter bir hanımı bile bütün oyunlarına alet ederdin."

"Bakma sen anneme, bana olan zaafı olmasa hiçbir şeye müsaade etmezdi."

"Sana zaafı olan çok kişi tanıyorum."

"Kimmiş o kişiler?"

"Boş ver, biraz acele edelim. İlhan ters ters arkasına dönüp bize bakıp duruyor."

"O daha çok bakar..."

Evra, atın üzerinde rahatça oturdu. Mehmet'in yanında daha rahat olabiliyordu. Karnı karıncalanmıyor, damarındaki kan delice akmıyordu. Boğazı düğümlenmiyor, durduk yere kızarmıyordu. Kızıl'ını okşayarak yolu izledi. Dün gece hiç durmadan yağan yağmurun etkisi hala doğanın üzerindeydi. Toprak ıslak, yollar çamurdu. Kızıl'ı zorlanıyordu yolda ilerlerken. Her ne kadar diğer atlardan ayırt edici özellikleri olsa da, çoğu savaşçı atlarından daha hassas bir yapıya sahipti. Uzun yolculuklara alışık değildi. Evra onunla çok uzun yolculuklar yapmamıştı daha önce.

Genç kız atına dokunarak destek vermeye çalışıyordu. Sahibinin varlığını hisseden Kızıl, daha da hızlanıyordu. Evra, onun bu tepkisine karşılık gülümseyerek öptü Kızıl'ın simsiyah saçlarını. Onun üzerindeyken huzur buluyordu, çok yakın arkadaşı gibiydi. Birbirilerinin dilinden çok iyi anlıyorlardı. Kızıl ne kadar huysuzsa başkalarına karşı, Evra'ya karşı da bir o kadar uysal ve sadıktı.

Saatler sonra Evra, Kızıl'ının yavaşladığını hissetti. "Biraz dinlenmesi gerekiyor, daha fazla devam edemez."

"Doğru söylüyorsun," dedi hemen arkasında oturan Mehmet.

Mehmet, Kızıl'ı yavaşlattı ve uygun bir yerde yolun kenarında durdu. Sık sık arkayı kontrol eden İlhan, onların durduğunu görünce dönüp yanlarına gitti. Kemal ve Kadir Mehmet'lerle aynı hızla yolda ilerledikleri için onların durduğunu hemen gördüler.

"Atın kaleye kadar dayanmaz eğer inadını sürdürüp onun üstünde gitmekte ısrarcı olursan."

"Dinlenirsek çabuk toparlanır," dedi Evra hala İlhan'la gitmemeye kararlı bir şekilde.
"Senin atının dinlenmesini bekleyemeyiz Evra! Akşam kalede olacağız, o yüzden atınla yola devam etmeyeceksin. İkinizi taşıyamıyor..."

Evra, çaresizce Kızıl'ına baktı. Onu bu kadar yormaya hakkı yoktu. Perişan görünüyordu Kızıl'ı. Uzanıp kızıl gövdesini öptü. "Yola Mehmet'le devam edeceksin Kızıl'ım, merak etme ben yakınındayım."

Genç kız karşısında kahverengi atın üzerinde oturan Kadir'e gülümsedi ve ona doğru yürümeye başladı. Yanına vardığında, "Ben Kadir'le yola devam edeceğim," dedi.

Kadir önce İlhan'a baktı. İlhan gözlerini kısmış uyarıyordu Kadir'i. Genç adam beyinin bir şey demediğini görünce elini uzattı Evra'ya ve onu hızlı bir hamleyle atına bindirdi. Önüne oturduğunda büyülü kokusunu içine çekti. Bedeninin uyuştuğunu hissetti. Keyifle gülümsedi. "İlhan'ı kızdırmaya bayılıyorsun, değil mi?"

"İçimden onu hep kızdırmak geliyor, benim yüzümden sevinsin istemiyorum."

"Şu anda bize çok ürkütücü bakışlar atıyor."

"Korkuyor musun?"

"Hayır."

"Ama o senin beyin, sana yapma dediğinde yapmazsın öyle değil mi?"

"Evet, yapma dediğinde yapmam ama şu anda bana öyle bir şey demedi."

"Niye? Ben senin atına bindiğimde hiç memnun olmadı."

"Memnun olmadı evet ama sana senin sahibinmiş gibi davranmak istemedi."

"Bazen öyle davranıyor."

"O zamanlar kendi iradesine yenik düşüyor."

"Ne dediğini anlamıyorum?"

"Boş ver, anlarsın yakında," dedi ve genç kızı güvenli bir şekilde atın üzerinde oturmasını sağladı.

Evra, Kadir'in dediklerini düşündü. İlhan neden ona karşı iradeli olmaya çalışsın ki? Neden onu sahiplenme gereği duysun? Bu düşünceleri bir süreliğine erteleme kararı aldı. Bedeni yorgun düşmüştü. Yatağını özlüyordu. Rahat, huzurlu yatağını...

Gözlerini dinlendirmek için kapattığında içgüdüsel olarak bedeni de dinlenme moduna geçti ve rahat bir köşe aradı. Kadir'in göğsüne yaslanmaya cesaret edemiyordu. Ona bu kadar yakın olmamalıydı. Sonuçta o yabancı bir erkekti. Annesi çok sık onu uyarırdı bu konuda çünkü Evra sürekli küçüklüğünden beri erkeklerle vakit geçirir ve onlarla olmaktan hiç çekinmezdi. Erkek gibi ata binmeye başladığında annesi onu çoğu kez engellemek istemişti. Bir kıza yakışacak şekilde davranmasını öğütlemişti ama bu Evra için boşuna bir çabaydı.

Genç kız, ağabeyinden yüz bularak kılıç tutmayı öğrenmiş ve birçok savaşçıyla birebir çatışmıştı. Korkusuz ve cesur olması çoğu erkek tarafından hayranlıkla karşılanırdı. Evra, ilgiyle şımartılmıştı. Odak noktası olmaya alışıktı. Bu en çok eski Kızılkara beyinin kızı olmasından kaynaklanıyordu. Ama genç kızın kendini belli eden bir ışığı vardı. Herkes tarafından hemen fark ediliyor ve ilgi görüyordu. O yüzden buradaki savaşçılarında ilgi odağı olmaktan rahatsız değildi.

Kadir, Evra'nın gergin bir şekilde oturmasına dikkat kesilmişti. Genç kızın gözleri kapalıydı ama yinede dimdik durmaya çalışıyordu. "Eğer uyumak istiyorsan göğsüme yaslanabilirsin, merak etme bu davranışını farklı anlayacak değilim."

Evra, bu duyduklarıyla aniden gözlerini açtı. Utanarak, "Ben böyle iyiyim, sadece gözlerimi dinlendiriyordum," dedi ve yola bakmaya devam etti.

Hava kararmaya başlamıştı artık. Evra daha fazla yola bakamıyordu. Yorgundu ve bir an önce herhangi bir yatakta uyumak istiyordu. Yerinde kıpırdandı ve daha dazla dayanamayarak, "Daha ne kadar yolumuz kaldı?" diye sordu. Bunu sorarken de arkasını döndü ve Kızıl'la Mehmet'in durumuna baktı. Kızıl daha iyi durumda görünüyordu. Bu sefer diğer atlara ayak uydurabiliyordu en azından. Mehmet de gergin yüz hatlarıyla yola konsantre olmuştu.

"Çok az kaldı, yakında bizim kaleyi görürsün."

"O kadar yoruldum ki, kaleye gitmek için sabırsızlandığıma inanamazsın."

"Dinlendikten sonra bu söylediklerini hatırlatırım sana," dedi Kadir gülerek.

Evra da aynı şekilde gülerek cevap verdi. "Dinlendikten sonra yine kaçma planları yapacağımdan emin olabilirsin ama şimdi tek düşünebildiğim rahat bir yatak."

"Merak etme, rahat bir yatağa kavuşacaksın."

Genç kız kalenin kuvvetli duvarlarını gördüğünde Kadir'in doğru söylediğini anladı. Çok yaklaşmışlardı. Sert rüzgar saçlarının örgüsünü bozmuş siyah saçlarıyla dans ediyordu. Rüzgarın savurduğu saçlarını düzeltmeye çalışarak devasa büyüklükteki kaleyi dikkatle izledi. Bu sefer daha bir büyülü görünüyordu gözüne. Gizemli bir havası vardı. İlk bakışta karanlık duvarları ürkütücü olsa da sonradan içerisine girdiğinde siyah ve sarı renklerle döşenmiş kalenin odalarını görünce oranın o kadar da ürkütücü olmadığını fark etmişti.

Kalenin kapısına vardıklarında farklı bir şeylerin olduğunu savaşçıların yüz ifadesinden anladı. Hepsi İlhan'a bakıyor ve bakışlarıyla bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı beylerine. Evra meraklandı, aynı zamanda endişelendi de. "Bir şey mi var?" diye fısıldayarak Kadir'e sordu.

"Sessiz ol sadece," diye cevap verdi Kadir ifadesiz bir ses tonuyla.

Kadir'in yüz ifadesi de ciddileşmişti. Az önceki halinden eser bile yoktu. Evra, endişeyle hemen arkasına döndü ve Mehmet'i kontrol etti. Onu görünce uzunca arkadaşıyla bakıştılar. Sonra başını çevirdi ve kalenin geniş kapısından içeriye girmelerini izledi.

İç avluya vardıklarında atlarından indiler. Ayakları yere bastığında Evra kasıklarının sızladığını hissetti. Saçlarını sağ omzunun üzerinde topladı ve merakla olanları takip etti. Hep birlikte salona doğru ilerlerken Evra havadaki gerginliğin farkındaydı. İlhan'ın adımlarının sertleştiğini görünce ondan uzak durmaya çalıştı. Kemal ve Mustafa'nın yanına sokuldu. Kadir'e yakın duramadı çünkü o da İlhan'ın yanı başındaydı.

Kemal genç kızı arkasına aldı. "Sessiz ol," diye uyardı. Onunda sesi gergindi.

Evra, daha da endişelendi bu uyarıdan sonra. Arkasına döndü Mehmet'e bakmak için ama onu ortalıkta göremeyince gözleri ayrıldı. "Onu nereye götürdünüz?" diye sordu bağırarak.

"Şşşttt... Sana sessiz ol demiştim. Merak etme, alt kattaki bir odaya kilitliyorlar."

"Olmaz, onu görmeliyim. Eğer onu yanıma getirmezseniz çığlığı basarım! Yemin ederim bunu yaparım! Sizi pişman ederim... Onu odaya kilitleyip ölüme teslim edemezsiniz..." Sözlerinin sonuna doğru sesi perişan halde çıkmıştı. Evra, gözlerinin dolduğunu hissetti.

"Sus Evra! Onu ölüme teslim ettiğimiz falan yok, sadece kaçmaması için onu odaya kilitledik o kadar. Sonra birlikte onu görmeye gideriz. Ama şimdi susmalısın!" Kemal, bu sefer yakışıklı yüzünü genç kızı etkilemek için kullanmıyordu. Ses tonu ciddi, yüz hatları gergindi.

Evra, susması gerektiğini anlamıştı. Salona vardıklarında herkesin geniş sandalyede rahat bir şekilde oturan yaşlı adamı görünce donup kaldığını görünce korktu. Bu adamın kim olduğunu merak etti hemen. Bu kadar gerginlik yaratabildiğine göre önemli biri olduğunu düşündü.

Yaşlı adam beyaz sakalına dokunuyordu. Diğer eliyle de bastonunu kavramış İlhan'la bakışıyordu. Aniden ayağa kalkınca Evra yerinden sıçradı. Yaşlı adam gözlerini İlhan'dan alıp kendisine yönelttiğinde yutkunmak zorunda kaldı. Adamın bakışları ürkütücü değildi ama yaydığı elektrik pek samimi sayılmazdı.

"Onun burada ne işi var İlhan?" diye sorduğunu duydu yaşlı adamın. Sesi katı ve kuvvetliydi.

"Burada olması gerekiyordu." İlhan, bu adamın karşısında saygı gösterdiğini hissetti ama sesi hiç öyle bir izlenim bırakmıyordu.

"Çok yanlış yapıyorsun İlhan, çok yanlış."

"Tuğrul Bey, ben neyin doğru olduğunu çok iyi biliyorum."

"Onlar gelecek... Yine kan mı aksın istiyorsun İlhan!" diyerek gürledi. Duvarları titretti sözleriyle.

"Ne olacaksa olsun, benim ve beyliğimin bundan korku yok!"

"Benim rızam yok İlhan, benim sözümü çiğneyecek misin? O kızı kaçırarak çok büyük dert aldın başına, Celal rahat duracak mı sanıyorsun?"

İlhan, Tuğrul Beyin bu topraklardaki beyliklerin üzerindeki gücünün farkındaydı. Herkes Tuğrul Beyi sever ve sayardı. İlhan da öyleydi. Tuğrul Beyin bu topraklarda huzur ve barışın simgesiydi. Savaşların olmaması için beyliklerle görüşür hep başka yollar seçerdi ama çoğu kez başına buyruk beylikler onun sözünü dinlemekte zorluk çekerdi.

"Senin sözünü çiğnemeyeceğimi biliyorsun ama bu sefer durum farklı. Bu beyliğin bir onuru var, artık geri adım atamam. Bu bize yakışmaz, insanlarım da bunu istemez."

"İnsanların kan dökülmesini de istemez İlhan."

"İlhan Beyim! Onlar, Kızılkaralılar geldiler! Kapıdalar... Kaleyi kuşattılar..."




***






Hadi ama okuyanlardan fikirlerini benimle paylaşmasını bekliyorum... 

Düşüncelerinizi  çoook merak ediyorum.. 

Hikayenin devamıyla ilgili tahminleri olan var mı? :)

İSYANIM AŞKA ( TAMAMLANDI )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin