Birinci Bölüm

26.3K 1.3K 30
                                    



1225








Kızıl atının siyah saçlarını yumuşak dokunuşlarla tararken bir yandan da diğer eliyle gövdesini okşuyordu. Bunu yaparken atının keyiften sesler çıkardığını duyunca gülümsemeden edemedi genç kız. Kendi saçları kadar siyah olan atının saçlarını öptükten sonra, "Bugün bana yardımcı olacaksın Kızıl'ım," diye fısıldadı.

"Bu saatte burada ne işin var?"

Tanıdık sesi duyunca irkilerek arkasını döndü. Arkadaşının meraklı bakışlarına aldırmayarak, hiçbir şey yokmuş gibi davrandı. "Kızıl'ı özledim."

"Sabahın beşinde? Hem de bugün dışarıda olmaman gerektiğini bildiğin halde."

"Of, Mehmet! Sende başlama annem gibi. Bana ne yapıp ne yapmamam gerektiğini söylemelerinden nefret ediyorum."

Mehmet, Evra'nın yanına gitti ve arkadaşının gözlerine endişeyle baktı. "Bugün, kesinlikle kaleden çıkmayacaksın! Anladın mı?"

"Mehmet... Siz hepiniz sınıra giderken ben nasıl kalırım burada?"

"Kalacaksın! Ağabeyinin dün dediklerini ne çabuk unuttun. Tamam, çok iyi at biniyor olabilirsin. Birçok savaşçıdan daha iyi kılıç tutabiliyor olabilirsin ama sen Kızılkara beyliğin üzerine titrediği tek kızısın. Bizimle birlikte gelmeyi aklından bile geçirme! Orası... çok... Anlamıyorsun, kanını donduracak manzaralarla karşı karşıya kalabilirsin ve her şeyden önemlisi sana bir şey olmasına ben ve ağabeyin kesinlikle izin vermeyiz!"

Arkadaşı ilk defa gözlerine bu kadar tehditkâr ve kararlı bakıyordu. Bu sefer masum bakışları, üzgün yüz ifadesi bile onu ikna etmeye yetmiyordu. Dün de ağabeyine aynı şekilde ısrar etmişti ama kesin bir yanıtla karşılaşmıştı. Onlarla birlikte sınıra gitmesi kesinlikle yasaklanmıştı. Annesinin yanında kalıp onların dönmesini bekleyecekti. Bu onun için imkansızdı. Nasıl olurda babasının düşmanlarıyla çatışmaya giderken o burada kalırdı? Senelerdir içinde büyüttüğü nefreti bugün kusabilecekken bunu nasıl engelleyebilirlerdi?

Sınıra gidecekti. Öyle ya da böyle. Yıllardır beklediği gün için birkaç tehditten dolayı vazgeçemezdi. Mehmet'in onu izlediği sırada atını eyerledi. Daha sonra üzerine atladı ve ayağıyla atına hareket etmesi için işaret etti.

"Nereye gidiyorsun?"

"Biraz dolaşacağım."

"Fazla uzaklaşma, neden hiç söz dinlemiyorsun? Dışarıda hazırlıklar başlayacak, akşamüzeri yola çıkacağız... Ortalıkta olmamalısın!"

"Mehmet, sende ağabeyim gibi davranmayı bırakır mısın? Çok sıkıcı oluyorsun."

"Evra, ben senin iyiliğini düşünüyorum. Herkesin aklında yarınki çatışmanın düşünceleri varken savaşçılar birde seninle uğraşmasın."

"Benle uğraşmanızı gerektirecek bir durum yok. Beni kendi halime bırakın, hadi git sende."

Genç kız kendine güvenen bir tavırla atının hareketlendirdi ve ahırdan hızla çıktı. O da olacakları düşünürken bedenini saran ürpertinin farkındaydı ama onu hiçbir şey korkutmuyordu. Evra da kendini diğerleri kadar cesur ve güçlü hissediyordu. Babasının düşmanlarına karşı korkak davranamazdı, kendini babasına karşı borçlu hissediyordu.

Saatlerce atıyla nefes nefese kalana kadar koştu ve sonunda tekrar ahıra döndüğünde Kızıl'ının dinlenmesi gerektiğini düşündü. Gece uzun olacaktı ikisi içinde. Onu yerine bıraktıktan sonra kalenin arkasındaki büyük alanda kümeler halinde toplanan savaşçılara baktı. Hepsi sabırsız ve heyecanlı görünüyordu. Bazıları yiğitlik gösterisi peşinde olup karşılıklı kılıçlarını çarpıştırırken bazısı hançer veya kılıcını keskinleştiriyordu. Evra, burada olmaması gerektiğini bilmesine rağmen Mehmet'i görür görmez yanına gitti.

Mehmet bir kenarda oturmuş hançerini keskinleştiriyordu. Genç kız elini omzuna attı arkadaşının ve yanına çimlerin üzerine oturdu. "Biliyor musun, bazen korkuyorum. Bir gün sen veya ağabeyim de aynı babam gibi...babam gibi kanlar içinde... -o gece gözlerinin önüne gelince hafifçe yutkundu- getirileceksiniz diye... Mehmet, bir kez daha bu acıyı yaşamak istemiyorum. Dikkatli ol, bir delilik yapma!"

Mehmet'in yakışıklı yüzünde bir tebessüm belirdi. "Bunu sen mi söylüyorsun?"

"Evet, ben söylüyorum. Delilik yapmanın yeri ve zamanı çok önemli..."

"Sen zaten hep doğru zamanlarda delilik yaparsın..."

"Kesinlikle," dedi Evra kararlılıkla ve bir anda içgüdüsel olarak arkadaşına sımsıkı sarıldı. Erkeksi kokusunu içine iyice çektikten sonra, "Beni hiçbir zaman yalnız bırakma," diye fısıldadı kulağına.

Mehmet göğsüne dokundu. Yeleğinin iç cebindeki kolyeyi hissettiğinde emin bir ses tonuyla, "Seni hiçbir zaman yalnız bırakmayacağım," diye söz verdi.







***




Güneşin batmasıyla yavaş yavaş toplanan savaşçıları görünce o da ahıra doğru yol almaya başladı. Büyük ahırlardan en baştakine girdi. Kuvvetli atların çoğu yoktu, hepsi sınıra gitmek için hazırlanmışlardı. Evra, kenarda Kızıl'ını görünce hafif bir gülümsemeyle yanına gitti. Onunla bu gece yola çıkacak olması az da olsa ona güven veriyordu. Hiçbir zaman Kızıl'ı onu yarı yolda bırakmazdı.

Samanların altına hazırladığı çantasını aldı ve eyerlenmiş atının kenarına bağladı. Genç kız siyah uzun saçlarını hızlı bir hamleyle topladı ve eski bir örtüyü başına sardı. Örtüyle yüzünün yarısını saklamayı başarmıştı. Atının boynunu derin bir öpücük kondurdu. Ardından savaşçılardan habersiz aldığı kıyafetlerin içinde eyerlenmiş atının üzerine rahat bir hareketle atladı ve "Hadi Kızıl'ım," diyerek atını hareketlendirdi.

Sessizce ahırdan çıktı ve savaşçıların kaleden uzaklaşan görüntülerini görür görmez atını hızlandırdı. Onlara ulaşır ulaşmaz upuzun kuyruğun en arkalarında yerini alarak Kızıl'ıyla onlara eşlik etti. Gizlice savaşçıların arasına karışarak kendini görünmez kılmayı başarmıştı. İçinde kopan fırtınayla bir delilik yaptığını biliyordu ama babasının intikamını almak için her şeyi yapabilirdi. Şahranbolu Beyine karşı gelebilirdi! Onun zalimliğiyle ilgili bütün söylentilere rağmen hiç korkmadan ağabeyinin yanında onun karşısında olacaktı.

Sert rüzgarın keskin esintisi başındaki örtüyü savurdu.Örtüyü ucundan ani bir hareketle son anda yakaladı. Bu örtü ona daha lazımdı. Kimseye fark ettirmeden tekrar başına sardı. Sonra atına sımsıkı sarılarak onunla tek bir vücut halinde dörtnala koştu.

Gece boyunca hiç durmadan sınıra doğru ilerleyen savaşçılar güneşin doğuşuyla birlikte bir dağın eteğinde durup toplandılar. Sınıra çok yaklaşmışlardı. Düşman topraklara çok yakınlardı ve herkes tetikteydi. Sessiz davranıyor, sürekli etraflarını kolluyorlardı.

Bir iki saat orada bekledikten sonra zamanın geldiğini anlayan savaşçılar hareketlendiler. Hepsi düşman tarafın onları sınırda hazır bir şekilde beklediğini biliyordu. Bunun bilinciyle daha da hırslanıyor ve sabırsızlanıyorlardı.

"Göründüler! Haydi!"

Genç kız duyduğu sesle irkildi ve rüzgardan ıslanan gözlerini kısarak uzağı görmeye çalıştı. Hafifçe yutkundu, deli gibi çarpan kalbi göğüs kafesine sığmıyordu. Kötü şeyler olacaktı hissediyordu. Karşıdan onlara doğru süratle ilerleyen savaşçılar genç kızın cesur yüreğini korkutuyor, nefesini kesiyordu. Atına, Kızıl'ına daha da sıkı sarıldı ve ağabeyinin arkasında diğer savaşçılar gibi korkusuz olmaya çalışarak kalabalığa doğru ilerledi. Sonuna kadar dayanacaktı! Buna tüm yüreğiyle inanıyordu. Kimse onun bir kız olduğunu anlamayacak, bunun için elinden geleni yapacaktı. Şahranbolu Beyinin karşısına geçip onunla savaşacaktı, sonunda ölümde olsa babasının kanı yerde kalmayacaktı.

Yüreği inançla dolu Evra kuşağından kılıcını çıkardı ve senelerdir beklenen çatışmanın tam merkezinde yerini aldı. Kılıçlar, savaşçılar birbirlerine girerken genç kız ordunun başında olan simsiyah atının üzerindeki heybetli savaşçıya odaklandı. O kadar iriydi ki genç kız onun seviyesine bile yaklaşabileceğini düşünmüyordu ama vazgeçmedi. Kılıcı elinde, atıyla ona doğru gitti. Gözü kara Şahranbolu Beyi ona saldırmayı hedefleyen savaşçıları hiç tereddüt etmeden kuvvetli kılıcıyla saf dışı bırakıyordu. Genç kız yere yığılan birkaç savaşçıya baktığında büyük bir hata yaptığını anladı, onlara bakmamalıydı. Göğüs kafesine ağır bir darbe yemişçesine nefessiz kalmıştı. Midesi bulanıyor, başı dönmeye başlıyordu. Başını aniden kaldırdı ve gözlerinin dolmasına aldırmadan ona doğru ilerlemeye devam etti. Biraz daha hızlanarak kılıcını hedefine doğru büyük bir güçle yöneltti ama Şahranbolu Beyi ani refleksle daha hızlı davranarak kılıcını durdurdu. Bey kendisine saldıran savaşçıya sert bir kılıç darbesiyle karşılık verirken savaşçıyla göz göze geldi.

Genç kız korkusuz cesur savaşçının kara gözlerinde boğulacaktı. Kolunda hissettiği acıyla nefesi kesildi. Her şeyin bittiğini fark ettiği anda derin bir acının kolunda değil aslında kalbinde hayat bulduğunu anladı. Gözlerini acıyla yumdu ve güçsüz bedenini bıraktı.

Şahranbolu Beyi önünde yığılan genç kıza büyük bir şaşkınlıkla bir süre baktı ve sonra aniden atından inerek yanına yaklaştı. Genç kızın savaşçı kıyafetinin kolunu sıyırdı ve yarasına baktı ama yarasına bakarken bileğindeki dövmeyi fark ettiğinde kanı dondu. 

Kızılkara arması...


"Kadir, Kadir... - yanına koşan savaşçıya başını çevirdi- kimseye fark ettirmeden bu kızı kaleye götür. Duydun mu, kimse bilmeyecek, duymayacak!"

İSYANIM AŞKA ( TAMAMLANDI )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin