"Annen çok hasta."
Hayır... Bu kadar kötü bir habere kendini hiç ama hiç alıştırmamıştı. Hayır... Bu doğru olamazdı. Hayır... Annesi hasta değildi. Hayır... O asla hasta olmazdı. Aman Allah'ım hayır!
"Hayır Ali! Lütfen yalan olduğunu söyle... Lütfen..." dedi genç kız kısık bir sesle. Gözleri yaşla dolmuştu. Ali'ye yaklaştı. Genç adamın omzuna dokunarak derince gözlerinin içine baktı. Ali üzgünce gözlerini kaçırıyordu ondan. "Hayır..." dedi terkar genç kız umutsuzca.
"Annen seni görmeyi çok istiyor Evra..."
Evra, sımsıkı gözlerini yumdu. Annesini o kadar çok özlüyordu ki, şimdi özlemi daha da artmıştı. Onu şu anda sadece özlemiyor, deli gibi merak ediyordu. Eskisi gibi onun kucağında kıvrılıp uyumak istiyordu. Hasta olmaması için saatlerce dua etmek istiyordu. Şimdi ise iyileşmesi için saatlerce dua edecekti ama bunu yine onun kucağındayken yapmak istiyordu. Bunu çok istiyordu...
Genç kızın omuzları düştü. Gücünün hızla bedeninden uzaklaştığını hissetti. Ne hareket edecek gücü vardı ne de düşünecek. Tek istediği bir an önce annesini görmek ve onu doyasıya öpmekti.
Gözlerini yavaşça tekrar açtığında yanağına yaşlar damladı. Herkesin önünde hıçkırıklara boğulmamak için kendini çok ama çok zor tutuyordu. İlhan'a baktı umutsuzca. Gözleri birleştiğinde genç adamın ondan gözlerini kaçırdığını gördü.
"Salonu hemen boşaltın!" diye gürledi İlhan aynı dakikada. Bu emri duyan bütün savaşçılar ayrıldı salondan, Kemal, Kadir ve Mustafa hariç. Onlar beylerini bir Kızılkara'yla yalnız bırakmayı hiç düşünmüyorlardı.
"Herkes çıksın dedim!" İlhan'ın bu sert sözü Ali içinde geçerliydi. Ali, Kemal, Mustafa ve Kadir'le birlikte salondan yavaş adımlarla çıktı.
İlhan, ne yapacağını bilmez bir halde salonda bir iki tur attı. Evra'yla özellikle göz göze gelmek istemiyordu çünkü biliyordu, ona bakarsa eğer bütün iradesini kaybedecekti. Salondaki sessizlik, Evra'nın başlayan hıçkırıklarıyla bozuldu.
Şahranbolu beyi içinden kendine küfrederek hızlı adımlarla Evra'nın yanına gitti ve karısını göğsünde hapsetti. Genç kız göğsünde ağlarken, o da sessizce saçlarını okşuyordu.
"İlhan... Lütfen... Gitmeliyim... Annemin yanında olmalıyım. Lütfen."
İlhan, perişan bir halde kolları arasında kıvranan ve hıçkırıklarla ağlayan karısına baktı. Ona nasıl hayır diyebilirdi? Nasıl gitmesini yasaklayabilirdi? Kızılkara beyliğine gitmemesini ondan nasıl isteyebilirdi? Allah kahretsin!
Karısının ıslanan yüzünü avuçlarının arasına aldı ve onun büyülü yaşla dolu yeşil gözlerine baktı. Bu gözlere nasıl hayır diyecekti?
İlhan, onu yalnız gönderemezdi ama onun Kızılkara beyliğine gitmesi çok tehlikeliydi. O topraklara asla savunmasız girmemeliydi. Asla oraya ayak basmamalıydı. Hayır, oraya gitmeyecekti. "Ben de seninle geleceğim."
Bu sözleri düşünceleriyle tamamen zıttı ama kalbi aklından bağımsız çalışıyordu. Kalbi, Evra'nın avuçlarındaydı. İlhan duygularını, onun gözlerinde hapsetmişti. Şimdi bu zor günde onun yanında nasıl olmayacaktı?
"Çok tehlikeli... İlhan, sen gelemezsin..."
"Seni yalnız gönderemem Evra. Bu asla olmaz."
Evra, gözyaşlarına hakim olamıyordu. İlhan'ın Kızılkara beyliğine gitmesi çok tehlikeliydi. Kimse Kızılkaralıları tutamazdı, ağabeyi bile. Biri İlhan'ı öldürürse eğer? Bu düşünceyle kalbi sıkıştı bir anda. Bir zamanlar kendisi bu adamı öldürmek isterken şimdi bu düşünce neden onu sarsıyordu?
"Anlamıyorsun... Seni... Seni öldürebilirler."
"Bir şey olmaz."
"İlhan, eğer sana birşey olursa kendi beyliğini düşün... Beyliğin tamamen savunmasız kalır, onları tehlikeye atmaya hakkın var mı?"
"Benden ne istiyorsun Evra? Ne yapmamı istiyorsun?"
"Beni yalnız göndermeni istiyorum."
"Olmaz! Asla ama asla olmaz! Seni yalnız gönderemem, sen de artık bir Şahranbolusun."
"Bana bir şey yapmazlar İlhan, annem ve ağabeyimin yanında olacağım. Onlardan bana zarar gelmez, kendi beyliğimden bana hiç ama hiç zarar gelmez."
İlhan, derin bir nefes aldı. Aklı tamamen karışmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Giderse eğer, kendinden önce beyliğini tehlikeye atmış olacaktı. Bunu göze alabilir miydi? Sorumluğunu üstlendiği binlerce insanı tehlikeye atmaya hakkı var mıydı? "Lanet olsun!" diye fısıldadı kısık bir sesle.
"Seni yalnız gönderemem Evra." Bunu asla yapamazdı. Evra'yı savunmasız bir halde nasıl gönderirdi?
Evra, hayal kırıklığıyla yüzünü astı. Duran gözyaşları yine sicim sicim akmaya başladı. "Lütfen... Kemal, Kadir de benimle gelir. Onlara güvenmiyor musun? Onlar beni korur? Olmaz mı?"
Bu durumda en mantıklısı, en güvendiği adamlarla karısını göndermekti ama yine de içi hiç rahat değildi. Yanından bir saniye bile ayırmaya tahammülü yokken şimdi nasıl onu düşman topraklarına gönderecekti? Çok zor bir karardı... Ama yapması gerekeni yapacaktı. Evra gibi Şahranbolu beyliğinin bütün insanları da onun sorumluluğundaydı. Onları asla tehlikeye atamazdı...
Başını çaresizce onaylarak salladı. "Kemal, Kadir, Musatafa ve birkaç savaşçım daha seninle gelecek ama bana söz vermeni istiyorum Evra... Asla onların sözünden çıkmayacaksın. Onlar ne söylüyorsa onu yapacaksın. Onların gözlerinin önünden hiç ayrılmayacaksın. Tamam mı?"
Evra, minnetle İlhan'a baktı ve gözlerine yansıyan ışıkla başını hızla evet anlamında salladı. Sımsıkı İlhan'a sarıldı ve onun kokusunu içine çekti. "Teşekkür ederim. Umarım annem sandığım kadar kötü değildir. Onun için dua eder misin?" diye sordu sonradan genç kız, kocasının gözlerine bakarken.
İlhan biran tereddüt etti. Zehra Kızılkara'dan bahsediyorlardı. En büyük düşmanlarından bir tanesinden. Onun için dua mı edecekti? "Senin için için dua edeceğim, üzülmemen için..."
Genç kız bir kez daha sarıldı ona ve içgüdüsel olarak bir öpücük kondurdu İlhan'ın yanağına. Titreyen parmaklarını onun yanağına götürdü. "Çok sağol Şahranbolu beyi."
Evra salondan ayrılıp hızla hazırlanmak için odasına çıkarken İlhan da düşünceli bir ifadeyle salonda volta atıyordu. Elini çenesine götürdükten sonra büyük pencerenin önünde durdu. Manzaraya baktı ve beyliğine dalgın bir ifadeyle göz gezdirdi. Kendini gözünü kırpmadan Evra için tehlikeye atabilirdi ama ya beyliği?
Çok istiyordu Evra'yla birlikte gitmeyi... Onu nasıl onsuz gönderecekti hala aklı almıyordu. Nasıl başaracaktı ondan ayrılmayı? Ona bu kadar bağlanmışken hemde... Keskin bir bıçak sürekli göğsüne yaralar açıyordu bu düşüncelerle. Bir kadına bu kadar bağlanmamalıydı. Bir bey olarak önceliği beyliği olmalıydı. Babasından kalan beyliği layıkıyla oğluna devretmeliydi.
Bu yükün altında ezildiğini ilk defa hissediyordu. Tonlarca tuğla sırtına yüklenmişti. Nefes alamıyordu.
"Kararın ne İlhan?"
Kadir'in sesini duyunca başını yavaşça yana çevirdi. Kemal, Kadir ve Mustafa duruyordu hemen yanında. Onların geldiğini bile hissetmemişti. Bu kadar dalgın olmayı nasıl başarabilmişti? Dikkatli, sert, yenilmeyen, güçlü savaşçıya ne olmuştu? Yeni yeni kazanmış olduğu zaafına isyan ediyordu.
"Evra'yla birlikte Kızılkara beyliğine gidiyorsunuz."
Hiçbir tepki gelmedi savaşçılarından.
"Onu gözünüzün önünden ayırmayacaksınız. Ne olursa olsun, tamam mı?" diye devam etti İlhan sert bir ses tonuyla. Sesini yükseltmişti çünkü bu konuda ne kadar ciddi olduğunu bilsinler istiyordu.
"Sen merak etme İlhan, ona bir şey olmasına müsaade etmeyiz," dedi Kadir, güven veren bir sesle.
"Sakın Kızılkaralılara zorluk çıkarmayın. Öfkenize yenik düşüp kimseyle kavga etmeyin, Evra'yı tehlikeye atarsınız."
Bu her üç savaşçı için de çok zor bir şeydi. Kızılkaralıların kışkırtmalarına nasıl boyun eğeceklerini kara kara düşünmeye başlamışlardı şimdiden. Ama Evra'yı zor durumda bırakmamak için her şeyi yapmaya hazırlardı. O yüzden İlhan'a cevap olarak başlarını tamam anlamında salladılar.
İlhan, tam olarak onlara döndü ve hepsiyle tek tek göz göze geldi. "Sizlere güveniyorum. Onu kendi beyliğimize sağ salim geri getireceğinize inanıyorum. Gerektiği kadar kalın sadece ve sonra hemen geri dönün. Evra'ya Celal ve Zehra Kızılkara'dan başka hiç kimsenin yaklaşmasına izin vermeyin."
"Merak etme İlhan, Şahranbolu hanımımıza kimseyi yaklaştırmayız," diye güven verdi Kemal İlhan'a. Kemal, beyini hiç iyi görmüyordu. Şu anda Evra'yı düşman topraklarına göndermesi gerektiği için acı çektiğini hissediyordu. Onu daha önce hiç böyle gördüğünü hatırlamıyordu.
"Şimdi gidip hazırlanın, sabaha karşı yola çıkarsınız. Evra'nın Kızıl'ını hazırlayın. Altın'a binmesini istemiyorum."
Bu talimatlardan sonra üç önemli savaşçısı salondan ayrıldı. İlhan ise kendiyle baş başa kalarak acı veren düşüncelerine döndü.
Baş döndüren saatler sonrası geniş iç avluda Evra'yla birlikte gidecek olan savaşçılarla görüşüyordu İlhan. Önemli üç savaşçısnın yanına üç savaşçı daha gönderecekti. Fazla kalabalık olmaları çok önemli değildi, önemli olan savaşçıların nitelikleriydi ve İlhan Evra'yla en güçlü savaşçılarını gönderiyordu.
Ne kadar kalabalık olurlarsa olsunlar zaten herhangi bir savaş durumunda Kızılkaralılara karşı yetersiz kalacaklardı. İlhan, savaşçılarını bu gibi durumlarda nasıl davranması gerektiğini bilen kişiler olarak seçmeye gayret etmişti. Onların orada bir sıkıntı çıkarıp yok yere kendilerini tehlikeye atmalarını istemiyordu.
Kaşları çatık bir şekilde iç avluda dolaşıp aklına gelen bütün emirleri sıralıyordu. Saat, sabahın dördüydü. Kızılkara beyliğinden olan Ali, haberi verdikten sonra ayrılmıştı oradan. Evra, her ne kadar onunla görüşüp daha fazla bilgi almak istese de buna müsaade edilmemişti.
Kemal ve Kadir ahırdan atlarla döndüğünde İlhan onlara baktı. Yanında duran Mustafa'ya döndü. "Savaşçılarımın arasındaki en olgunu sensin, onların bir çılgınlık yapmasına asla müsaade etme."
"Merak etme, hepsi bu durumun ciddiyetinin farkında."
"Umarım."
"İlhan, biz hazırız. Atlar eyerlendi. Kızıl bile sabırsızlanıyor..." dedi Kemal hafif gülümsemeye çalışarak.
İlhan, Kızıl'a baktı ve istemsizce gülümsedi. "O bile anladı kendi topraklarına döneceğini."
"Evra nerde kaldı? Çağırmaya gideyim mi?" diye sordu Kemal'in arkasında duran Kadir.
"İner şimdi aşağıya."
Bu sözü söylerken taş basamaklardan Evra iniyordu. Mavi sade bir elbise giymişti üzerine, üstüne de gri renkte kalın bir pelerin geçirmişti. Son baharın yavaş yavaş kendini hissettirmesiyle havalar soğumaya başlamıştı. Siyah saçları omuzlarının üzerine serbestçe nefes alıyordu.
Genç kız elinde küçük bir bohça taşıyordu. Kemal, ona doğru yürüdü ve elindeki bohçayı aldı. Evra, ona buruk bir gülümseme hediye etti. Yavaşça onunla birlikte iç avlunun ortasına doğru yürüdü. İlhan'la göz gözeydi genç kız. İçi buruktu çünkü onu nedense bırakmak istemiyordu. İlhan'dan ayrılmak mı istemiyordu? Haftalardır buradan ayrılıp kendi beyliğine dönmek için çırpınırken şimdi bu düşündükleri çok saçma değil miydi?
Saçma değildi işte... İlhan'a ve onun beyliğine alışmıştı.
Eğer annesi hasta olmasaydı gider miydi? Bilmiyordu... Bu soru durduk yere kafasını kurcalamaya başladı. Eğer eline bir fırsat geçmiş olsaydı gider miydi? Burayı, onu bırakıp gider miydi?
Bu sorunun cevabını veremedi. İlhan'ın tam karşısında durdu ve sessizce onun kara gözlerine baktı. Bakışlarda birçok duygu gizliydi. Genç adam sanki ona birçok şey söylüyor gibiydi. Beni unutma... Seni özleyeceğim... Çabuk dön... Diye haykırıyordu kara gözleri.
Evra, onu soğuktan koruması için boynuna sardığı mavi ipek fularını çekti ve hiçbir şey söylemeden genç adama uzattı.
İlhan hiç tereddüt etmeden fuları aldı ve çok değerli birşeymiş gibi elinde tuttu itinayla. Sonra onu burnuna doğru götürdü ve karısının gözlerinin içine bakarak fuları kokladı. "Kokun hep yanımda olacak," diye fısıldadı.
Fuları siyah deri yeleğinin iç cebine yavaşça koydu. Tam kalbinin üstünde duruyordu. İlhan, elini onun yüzüne uzattı ve yanağına dokundu. "Kendine çok dikkat et Evra, Şahranbolu beyliği hanımlarını bir an önce geri görmek istiyor."
"İyi haberlerle inşallah geri döneceğim. Sen de kendine dikkat et lütfen."
"Aklım, yüreğim, kalbim, herşeyim seninle birlikte olacak. Bana sen dikkat edeceksin."
İlhan bu sözü karısını alnından öperek mühürledi.
Onların atlarına binişini, iç avludan yavaşça ayrılışlarını, çift kanatlı kalenin kapısından çıkışlarını endişe yüklü yüz ifadesiyle takip etti. İç avlunun ortasında kollarını göğsünde buluşturmuş bir kaş çatışla kızıl atın üzerindeki karısına baktı uzun bir süre.
Evra ise aynı şekilde yapılı, büyük kaleye başını çevirip baktı. Kapanan kapının ardında kalan İlhan'daydı gözleri. Bütün duyguları birbirine karışmıştı. Kızıl'la beraber geri geri gidiyordu gibiydi. Yüreğini, aklını o kapanan kale kapısının arkasında bırakmıştı sanki..
Son kez heybetli güçlü kaleye baktı ve içi buruk bir şekilde sessizce kendi kendine fısıldadı.
"Ben gidiyorum."------
ÖNEMLİ FRAGMAN yayınlamıştım birkaç bölüm önce , unutanlar varsa tekrar okusun.
Tüyolar gizli... Kafanızı çok karıştırdım biliyorum.. :)
Bu bölümü aramıza yeni katılan yeni okuyucularıma armağan ediyorum.
Okunma sayısına göre oy sayısı çok az, bu beni çok üzüyor. :(
Yeri geliyor saatlerimi verip bu satırları yazıyorum, emeğe karşılık okuduğunuz bölümlerin sonunda bir yıldız tuşuna basmanızı istemek çok mu?
Bir sonraki bölümün yakın zamanda yayınlanması için biraz da okuyucularım çabalaması gerektiğini düşünüyorum, üzgünüm.
Sevgiler
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSYANIM AŞKA ( TAMAMLANDI )
Historical Fiction#2 24 Kasım 2017 Kızılkara beyliğinin biricik kızı Evra Kızılkara, küçük yaşta savaşta babasını öldüren gözü kara Şahranbolu Beyinden intikamını almaya kararlıydı. Tüm hazırlıklarını yapmıştı. Gizlice ağabeyi Celal Kızılkara'nın savaşçıların arasına...