"Önemli bir şey yok Evra! Sen içeriye gir hemen..." İlhan, gücünün azaldığını ve nefes almakta zorlandığını hissediyordu. Sesini kontrol altında tutup sert ses tonunu sabit tutmak için olağan gücünü harcamıştı. İlhan'ın göz kapakları yavaş yavaş kapanarak etkisini yitiriyordu. Göğsündeki eli daha fazla baskı yapamıyordu. Kılıcını tutan eli gevşedi ve ağır demirden kılıç yere seslice düştü. Kemal, İlhan'ın yanına koştu hızla ve omzunun altına girdi."Kızılkaralılar gitti İlhan, Sıddık amcanın yarana bakmasına izin ver... İnat etmenin anlamı yok."
İlhan, elinden geldiğince Kemal'den destek almayarak yürümeye başladı. Bedenine daha fazla söz geçiremiyordu. Gücü azalmıştı. Sıddık amcanın yarasına bakmasına izin vermesi gerektiğini biliyordu. Kemal'le birlikte iç avluya yürüdüler. Evra da telaşlı bir şekilde yanlarında ilerliyordu. İlhan'ı ilk defa böyle görmüştü. Onu birisine dayanarak yürürken görmeye alışık değildi. O, güçlü ve yenilmez İlhan'ı biliyordu. Şu son dakikalarda yaşadıklarını düşündükçe gözyaşlarını tutamayarak hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Bu kadar üzüntü bedenine fazla gelmişti.
İç avludan geçip geniş salonun yanındaki odaya doğru ilerlediler. İlhan odanın ortasındaki geniş yatağa oturdu. Artık ayakta duracak gücü kalmamıştı. Daha fazla güçlü görünmeye çalışmaya mecali yoktu. Göğsündeki elini kanlı bir şekilde yatağa bıraktı. Geniş omzunu yatağın başlığına yasladı.
Evra hemen yanı başına geldi ve yatağın ucuna oturdu. İlhan'ın yarasına bakamıyordu. Yarası hala kanıyor ve küçük bir sıyrığı hiç andırmıyordu. İlhan'ın alına elini koydu ve sıcaklığını ölçtü. Genç adamın vücut ısısı genç kızı korkuttu. Yüzündeki teri yavaşça eliyle sildi. Nedense onu bu halde görmek onu çok üzdü. İçindeki nefretin nereye kaybolduğunu sık sık kendine sorsa da şu an için bunu aklına getirmedi.
İlhan, ışığı sönmüş kara gözlerini Evra'ya sabitledi. "Burada kalmak zorunda değilsin, sen içeriye git."
"Zorunda olduğum için burada değilim, Sıddık amcadan iyi olduğunu duyana kadar bu odadan çıkmayı düşünmüyorum."
"Sıddık amca geldi... Evra, istersen biraz kenara çekil." Kadir, Evra'ya elini uzattı ve onu yataktan uzaklaştırdı. Sıddık amca hızlı bir şekilde odaya bir genç kızla birlikte girdi. Evra, genç kızın kendi yaşlarında olduğunu düşündü. Evra genç kızın uzun sarı saçlarını inceledi. Sıradan gündelik bir elbisenin içinde adeta parlıyordu. Evra, onun güzel bir kız olduğunu kendine itiraf etti. Kim olduğunu ve neden burada olduğunu merak ederken Kadir'e baktı.
Kadir, Evra'nın koluna rahatlatıcı bir şekilde dokundu. O da herkes gibi Sıddık amcanın yarayı bir an önce iyileştirmesini bekliyordu.
"Meyra'yı niye yanında getirdin Sıddık amca?" diye sordu İlhan kısık bir sesle.
"Senin yaralandığını duyunca rahat durdu mu sanıyorsun? Evde kalmasını söyledim ama dinlemedi beni."
Meyra, endişeli yüz ifadesiyle İlhan'a gülümsemeye çalıştı. "İlhan Beyim, dedeme yardımcı olurum diye geldim. Sizi iyileştirmek için elimden geleni yaparım..."
"Sağol Meyra, merak etme bundan daha kötü yaralarım oldu... Telaş etmeye gerek yok."
"Yara derin değil oğlum, sıyırmış sadece ama çok kan kaybetmişsin. Neden hemen çağırmadınız beni?" Bu soruyu sorarken aynı zamanda yarayı temizliyordu. Meyra da ona yardım ediyor, dedesinin çantasındaki malzemeleri çıkarıyordu.
Kadir, Evra'nın yanından seslendi. "Bilmiyor musun İlhan'ı Sıddık amca? Gücünün son damlasına kadar bir şey yok diye geçiştirir..." İlhan, hissettiği acıyı yüzüne yansıtmamaya çalışarak alaylı bir yüz ifadesiyle bu sözlere karşılık verdi. Sıddık amcanın yarayı mikroplardan arındırmak için sürdüğü yakıcı maddeyle teni adeta kavruldu. Hafifçe yüzünü buruşturdu ve kaşlarını çattı.
"Az kaldı, yara temizlendi... Meyra kızım, merhemi ver..." Meyra, merhemi uzattı. Sıddık amca yaranın etrafına kendi hazırladığı merhemini iyice sürdü. "Meyra yaranı sararken bende vücudunun kaybettiği kanı toparlaması için bir karışım hazırlayım. İlhan, bu sefer söz dinleyeceksin. Dinlenmezsen bedenin eski gücüne kavuşamaz."
"Tamam Sıddık amca, ben iyileşirim merak etme..."
Sıddık amca aldığı cevaptan memnun olmayan bir ifadeyle odadan çıktı. Küçük evine gidip bildiği karışımı hazırlayıp geri dönecekti. Evra, giden Sıddık amcaya baktı bir süre. Sonra başını İlhan'ın yarasıyla ilgilenen genç kıza çevirdi. Evra, nedense Meyra'dan pek fazla hoşlanmamıştı. İlhan'ın göğsüne dokunan narin ellere kaşlarını çatarak baktı. Derin bir nefes aldı ve yatağa doğru ilerledi. Genç kız İlhan'ın göğsünü ince ve uzun bir bezle sarıyordu. Evra bakışlarını İlhan'a yöneltti. Genç adam yatakta yaralı halde uzanırken bile etrafa güç yayıyordu. Onun bu enerjisinden etkilenmemek mümkün değildi. Bronz tenine, kaslı vücuduna, yakışıklı yüzüne bakıp da etkilenmemek imkansızdı.
Evra, zihnindeki düşüncelerin farkına vardığında hızla irkildi. Aklından neler geçiriyordu öyle? Tanımadığı bu genç kıza karşı hissettiği olumsuz duygu da neyin nesiydi? Anlamı olmayan duygularını bir kenara atmayı denedi. Bir günde yeterince duygu yoğunluğu yaşamıştı. Artık bedeni yorgun düşüyordu. İlhan'ın yanı başında durduğunda gözlerini yumdu bir süreliğine. Tekrar açtığında kara gözlerle birleştirdi bakışlarını. "İyi misin?" diye sordu.
İlhan, Evra'nın ona olan ilgisine şaşırsa da bunu pek belli etmedi. Başını evet anlamında salladı. "Kadir seni odana götürsün, git uyu... Zor bir gündü." Bunları söylerken bir yandan da Kadir'e bakıyordu.
Evra, tereddütle, "Bu gece yanında kalsam... Belki bir şeye ihtiyacın olur?" diye sordu.
"İlhan Beyim, ben kalırım yanı başınızda bu gece. Tabii eğer uygun görürseniz..." deyiverdi hemen Meyra.
"Tamam sen kal Meyra, Evra sende git odanda dinlen. Senin kalmana gerek yok."
Evra, Meyra'nın kalmasına sinirlendi ama belli etmedi. "Peki, iyi geceler," dedi ve Kadir'e sokularak odadan çıktı. Orada kalmamasına neden sinir olduğunu sordu kendi kendine taş basamaklardan çıkarken. Böylesi doğru olanı değil miydi? Neden düşmanını bu kadar önemsiyordu? Onun yara almasına sevinmesi gerekmiyor muydu? Daha bir hafta önce bizzat kendisi onu yaralamak hatta öldürmek istememiş miydi? Şimdi neden onun sağlığıyla ilgili endişe duyuyordu. Bu düşünceler aklını yiyip bitirecekti. Derin bir nefes aldı ve Kadir'in odasının kapısını açmasını bekledi.
"Kadir, sana bir şey soracağım."
"Sor."
"Bu kız... Meyra, hep geliyor mu kaleye?"
"Hep geliyor sayılmaz. Bazı zamanlar Sıddık amca torununu yanında yardımcı olarak getiriyor... Birde şenlikler falan olunca gelir Meyra kaleye... Niye sordun?"
"Hiç... Öylesine."
Ağabey Celal'den, Mehmet'ten, bütün beyliğinden ayrılmıştı. Düşmanıyla evlenmek üzereydi ama kendisinin düşündüğü şey onu şaşırtıyordu! Şu anda hiç tanımadığı bir kızı soruyor ve onun hakkında boş yere düşünüyordu. Dağılmış saçlarından ellerini geçirdi. Kendini hiç iyi hissetmiyordu. Duygu yoğunluğundan saçma sapan şeyler düşünmeye başlamıştı. Kadir'in açtığı kapıdan içeriye girdi ve hemen yatağının kenarına oturdu.
"Uyuyup sonsuza kadar uyanmamak istiyorum. Hayat, bana biraz acımasız davranmıyor mu Kadir?"
Kadir, genç kızın yanı başına oturdu. Evra'nın elini tuttu. "İlhan'la gerçekten evlenmek istiyor musun?"
"Bu nasıl bir soru? Düşmanımla evlenmeyi tabii ki istemiyorum! Böyle bir şeyi nasıl isteyebilirim? Kendi beyliğimi düşünmeseydim böyle bir şeyi nasıl kabul ederdim?"
"Eğer ona aşık olsaydın kabul edebilirdin. Hem de hiç kimsenin seni zorlamasına bile gerek kalmazdı."
"Aşk mı? İlhan'a aşık olamam... Bu imkansız, bu asla olmayacak! Ben düşmanıma aşık olmam. Ondan nefret ediyorum."
"Ondan nefret etmediğini biliyorsun... Tamam ona aşık olmayabilirsin ama ondan nefret etmiyorsun."
"Bunları neden konuşuyoruz?"
"Ben sadece... Sadece senin düşüncelerini öğrenmek istedim."
"Benim düşüncelerimin bir önemi yok artık... Onunla evlenmek zorundayım, buna mecburum."
Kadir, genç kızın elini sımsıkı sıktı. "Umarım her şey senin için en iyisi olur," dedi ve ayağa kalktı. Gülümseyerek baktıktan sonra odadan çıktı.
Evra, dizlerini göğsüne kadar çekti ve kollarıyla sardı. Kadir'e söylediklerini düşündü. İlhan'a aşık olmak... Bunun düşüncesi bile genç kıza saçma geliyordu. Kendini inandırmak istercesine başını iki yana salladı. "Böyle bir şey asla olmayacak... Bu imkansız..." diye fısıldadı.
Sabahın ilk saatlerinde gün ışığıyla birlikte uyanan Evra, duvarın kenarındaki küçük taştan lavaboda yüzünü yıkadı-kovalarla temiz su getiriliyordu odalara- ve hemen odadan çıktı. Dünkü elbisesi hala üzerinde olduğu için üzerini değiştirme gereği duymadı. Huzursuzca uyumanın etkisiyle bedeni hala yorgun ve bitkindi. Aynaya bakmamıştı ama gözlerinin altının hafif şiştiğini hissediyordu. Dağınık saçlarını basamaklardan aşağıya inerken ördü. Gece boyunca İlhan'ın durumunu merak etmekten uyuyamamıştı.
Celal ağabeyiyle ayrılışını, Mehmet'in son söylediklerini düşünürken uyuması nasıl mümkün olabilirdi ki? Şu anda sessizce bu kalede kalması bile bir mucizeydi. Sanki kaderine boyun eğmişti. Bu ona hiç yakışmayan bir davranıştı. O, hiçbir zaman kurallara uymazdı. Ona yap denilen şeyi yapmazdı. Ama bu sefer durum farklıydı işte... Bu kez kendi için değil bütün bir beylik için yap denileni yapacaktı. Hayatını mahvedecek ve bu adamla evlenecekti. Bunu düşündükçe nefesi kesiliyordu.
Keşke ağabeyine sarılıp "Beni bırakıp gitme! Beni yanında götür!" diyebilseydi. Böyle yapması her şeyi daha da zorlaştıracaktı. Sadece kendini düşündüğü için ağabeyini ve Kızılkara beyliğini tehlikeye atacaktı. Bunu yapmaya hakkı yoktu. Bunu yapamazdı da zaten... Her şeyden çok sevdiği beyliğini nasıl tehlikeye atardı? Yuvasından ayrı kalabilirdi ama oranın yok olduğu düşüncesiyle yaşayamazdı.
Bu düşüncelerle boğuşurken salonun yanındaki odanın kapısına varmıştı. Hafifçe kapıya tıkladı ve kapıyı açtı. İlhan'ı yatakta uyurken görmeyi beklerken onu ayakta görünce şaşırdı. Onun dinlenmesi gerekmiyor muydu? Genç adam ayakta durmuş Meyra'nın göğsünü yeni bir bezle sarmasını bekliyordu. Bu manzara onu sinirlendirdi. Değişik bir duygu sardı bedenini. "Senin dinlenmen gerekiyordu İlhan!"
İlhan aniden başını sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Evra'yı görünce şaşkınlığını gizlemedi, sağ kaşı havaya kalktı. "Ben yeterince dinlendim. Seninde odanda olup uyuman gerekiyordu."
"Dün gece olanlardan sonra nasıl uyumamı bekliyorsun?"
Meyra, göğsünü sarmayı bitirdikten sonra İlhan genç kızın elini tuttu. "Sağol Meyra, bütün gece yoruldun. Bundan sonrasını kendim halledebilirim. Sen git dinlen şimdi..."
Genç kız kahverengi gözlerini çekingen bir tavırla yere indirdi. "Sizin başınızda durup size yardım etmekten her zaman memnun olurum İlhan beyim."
İlhan, elini Meyra'nın elinden çekti. "Tamam ama dinlenmen gerekiyor. Giderken Nezahat teyze uyanmışsa bana temiz gömlek getirmesini söyler misin?"
Meyra başını sallayarak odadan ayrıldı. Evra, genç kız yanından geçerken onu bir kez daha inceledi. Bu kızın İlhan'a olan ilgisi dikkatinden kaçmamıştı. O odadan çıktıktan sonra İlhan'ın yanına gitti. Tam önünde durdu. Bir süre bakıştıktan sonra İlhan,"Artık bir Şahranbolu olacaksın Evra, -beline sarılı olan altın sarısı ve siyah renkteki kumaşı gösterdi- bu renkleri taşıyacaksın. Bu beyliğin hanımı olacak ve öyle davranacaksın. Benim karım olacaksın. Bu fikre alışsan iyi edersin..."
"Ben bir Şahranbolu asla olmayacağım, hele o renkleri hiç taşımayacağım. Senin karın hayatta olmayacağım! Sende bu fikre iyice alışsan iyi edersin İlhan Şahranbolu ,ben Evra Kızılkara'yım ve öyle kalacağım."
İlhan öfkeyle genç kızı hızla kendine çekti. Genç kızın bedeni yaralı göğsüne değiyordu. "Benim sabrımı zorlama Evra, kötü yanımla daha tanışmadın. Seni bu söylediklerin için pişman ederim."
Kendini serbest bırakmak için İlhan'ın göğsünden güç alarak arkaya itekledi onu. "Senden korkum yok!"
İlhan, Evra'nın göğsüne baskı yapmasıyla yüzünü buruşturdu. Aynı saniyede Evra yaptıklarına pişman oldu. Onun yarasını tamamen unutmuştu. "İyi misin?" diye sordu endişeyle.
***
Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.
Keyifli okumalar, umarım beğenirsiniz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSYANIM AŞKA ( TAMAMLANDI )
Ficțiune istorică#2 24 Kasım 2017 Kızılkara beyliğinin biricik kızı Evra Kızılkara, küçük yaşta savaşta babasını öldüren gözü kara Şahranbolu Beyinden intikamını almaya kararlıydı. Tüm hazırlıklarını yapmıştı. Gizlice ağabeyi Celal Kızılkara'nın savaşçıların arasına...