Giriş Bölüm

27.2K 1.3K 424
                                    


Lütfen okumaya başladığınız tarih ve saati buraya yazınız...
Tarihte güzel bir yolculuk geçirmek dileğiyle, keyifli okumalar dilerim...




1212















"Nerde bu kız yine, Evra!" Orta yaşlı kadın odaya göz gezdirdikten sonra hemen yan odaya geçti. Telaşla yanına gelen küçük kızının dadısına, "Bugün dışarıda olmaması gerekiyordu, onu bulun hemen!" dedikten sonra onlarla birlikte kalenin iç avlusuna indi. Küçük kızı büyük ihtimalle yine küçük kısrağıyla büyük dağın eteğinde yeşillerin üzerinde koşuşturuyordu. Yüksek dağın üzerine yıllar önce inşa edilen kalenin önünde aşağıya doğru baktığında simsiyah saçları gördü ve hafif kızgınlıkla gülümsedi.

"Emine, onu yanıma getirebilir misin? Bugün dışarıda olması çok tehlikeli." Endişeyle kaşlarını çattı. Bugün kalede sessizlik vardı çünkü savaşçıların çoğu kocasıyla birlikte sınıra doğru gitmişlerdi. Orta yaşlı kadın büyük endişe duymasına rağmen etrafındakilere karşı ciddi, otoriter tavrını korudu. Bir beyin eşi olmak kolay değildi. Eğer kendisi korktuğunu belli ederse insanları da korkacak ve beylerine olan güvenleri azalacaktı. Başını daha da dimdik tuttu ve küçük kızının elleri ve yüzü toprak içinde yanına gelmesine onaylamayan bir yüz ifadesiyle baktı.

"Dadı... Annem bana kızacak mı?"

"Bugün dışarıya çıkmamanı söylemişti... Sözünü dinlemediğin için kızacaktır."

Emine, masum bir yüz ifadesiyle ağlamaklı yemyeşil gözleriyle kendisine bakan küçük kıza baktığında içi hemen yumuşadı. Bu küçük cadıya bir türlü kızamıyordu. Her zaman sözünü dinlemeyip istediğini yapan, en olmadık zamanlarda bir anda yok olup herkesi korkutan bu küçük cadıya hiç ama hiç kızamıyordu. Çünkü o büyülü gözleriyle bir kez bakması her şeyi bir anda insana unutturuveriyordu.

"Ama, ama... Mehmet beni çağırınca ben dayanamadım. Dadı, annem lütfen bana kızmasın. Lütfen, lütfen..." Şimdi de eteğine sarılmış bütün masumiyetiyle dadısından yardım diliyordu.

"Tamam, tamam. Bir daha sözümü dinleyeceğine söz vereceksin ama!"

Küçük kız bir an tereddüt etti. Sessizce mırıldandı. "Söz." Bu sözü tutamayacağını biliyordu o yüzden sesli söylemek içinden gelmemişti.

"Evra, dur bir bekle."

Küçük kız arkadaşının sesini duyar duymaz hemen arkasını döndü.

"Al, bu sana." Esmer tenli, siyah saçlı çocuk ona papatyalardan yapılmış bir taç uzatıyordu.

Yaşça ve boy olarak da büyük olan Mehmet arkadaşının yanına gitti ve saçlarının üzerine yavaşça koydu tacı. Küçük kız ışıldayan gözlerle, "Bu çok güzel. -hemen heyecanla boynundaki kolyeyi çıkarıp ona uzattı- bu da benden sana," dedi mutlulukla.

"Evra!" Küçük kız annesinin sesiyle hemen arkasını döndü. Annesi tam karşısında duruyordu. Bir an azar işiteceği korkusuyla yutkundu ve hemen gözleri dadısını aradı.

"Bugün dışarıya çıkılmayacak dememiş miydim?"

"Anne, şey..."

"Cezalısın, bugün hiç kaleden dışarıya çıkmayacaksın. Eğer çıkarsan geceyi ahırda atların yanında geçirirsin."

Bu fikir küçük kıza hiçte korkunç gelmemişti. Atları o kadar çok seviyordu ki sürekli onların yanında olmak için her şeyini verebilirdi. Ama yinede annesinin sözünden çıkmanın pek de doğru olmayacağını düşünüyordu. Cezasına katlanıp bugün kaleden çıkmamaya çalışacaktı.

"Ben onu yıkayayım, toz toprak içinde..." Emine dadı onu omuzlarından tutup kaleye doğru götürürken Zehra Şahranbolu da tekrardan kocasını düşünerek endişeyle kaşlarını çattı.














***















Korkunç bir çığlık sesiyle yerinden fırladı küçük kız. Hıçkırıklarıyla dadısının odasına koştu hemen. Bu annesinin sesiydi. Annesinin ağlayan, haykıran sesini korkuyla dinledi. Dadısının kucağına sığındı ve ağlayarak, "Çok korkuyorum," diye fısıldadı.

O sırada ondan dört beş yaş büyük olan ağabeyinin de yanlarına geldiğini gördü. O da aynı şekilde dadısına sarılıp endişeyle dadısının gözlerine bakıyordu. "Aşağıya inip ne olduğuna bakmak istiyorum," dediğinde Emine dadı hemen karşı çıktı. "Hayır, şimdi aşağıya inmek yok. Lütfen ağlama Evra, kötü bir şey yok. Hadi, şşştt... " Dadı da aşağıdan gelen sesleri endişeyle dinliyor ve kötü bir şeylerin olduğunu seziyordu.

Ağabeyi Celal, söz dinlemeyip odadan koşarak çıkınca Evra da hemen dadısının kucağından inip peşinden gitti. Kalın taşlı basamaklardan inerek ağabeyine yetişmeye çalışırken düştü ama kanayan dizi umurunda değildi. Annesinin ve savaşçıların sesi ona her şeyden önemli geliyordu. Tökezleyerek devam ederken gözünden yaşları elinin tersiyle sildi. İç avluya indiğinde bir kalabalığın yerde yatan adamın üzerinde biriktiğini gördüğünde kötü bir şeylerin olduğunu anladı ve kalbi bir anda korkudan deli gibi atmaya başladı.

Ağabeyi kalabalığa doğru gidince o da cesaret bulup arkasından gitti. Gördüğü manzarayla hıçkırıklara boğuldu ve annesinin yanı başına bıraktı kendini. Babası kanlar içinde orada yatıyordu. Ona yaklaştı ve yavaşça yanağına dokundu. "Baba! Baba iyi misin? Baba, sesimi duyuyor musun? Ba... ba..." Sonunda babasından ses gelmeyince ona sarıldı ve başını göğsüne yasladı. "Baba, hadi kalk... hadi bana sarıl..."

Celal de babasının başında perişan halde ağlarken babasının hafif gözlerini araladığını görünce sevinerek "Baba!" diye haykırdı.

"Oğlum... Evra'ya iyi bak... Onu koru... Sana... Emanet..."

İSYANIM AŞKA ( TAMAMLANDI )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin