Rohan kalenin ana kapısına ulaştığında bir an durup görüntüde kendini kaybetmişti.
Uzun zamandır böyle bir şeye hazırlandığını biliyordu ama yine de planladıklarının ufak bir kısmını görmek onu dondurmuştu.
Bu kalenin çatısı altında onun yanına sığınan ve ona destek olan insanlar gözünün önünde bir bir yere düşerken Rohan öfkeden titremeye başlamıştı. Kılıcını doğrultacağı kişiler kendi halkından olsa bile bu yaptıkları affedilebilecek bir şey değildi. Yine de her zaman halkın ilk öncelik olduğu düşüncesiyle büyütülen Rohan'ın ağzından farklı kelimeler çıkmıştı.
"Hareket edemeyecek hale getirin! Mümkün olduğunca öldürmeyin!"
Söyledikleri biter bitmez kapıdan ilk çıkan Rohan olmuştu. Zaten buradaki askerlerin çoğu dışarıda savaşıyordu. Arkasından gelenler bir avuç kişiydi sadece.
Rohan sakat bacağının hızlı hareket etmesiyle kasılmasını ve onu hareketsiz bırakmaya çalışmasını umursamadı. Elindeki kılıç ve yerde yatan bedenler odak noktası olmuştu.
Zamanın her zerresinin önemli olduğunun farkında olarak ön hatta ilerledi. Gelen grup kalabalık olsa da kale kapısının önüne kadar gelememişlerdi. Rohan buradaki kalenin ne kadar küçük ve savunmasız olduğunu biliyordu. Savunma diyebilecekleri tek şey kalenin ön tarafını saran ve boyu Rohan'ı geçmeyen ince duvardı. Onu da çoktan geçip ön bahçeye girmişlerdi.
Rohan'ı görenler kılıçlarını daha sağlam tutup daha hızlı savurmaya başladığında Rohan kaçmamanın gururunu yaşıyordu. Bu gurur tüm kalbini kuşatsa da Rohan burada ölmek istemiyordu.
Burada ölmeyecekti.
Rohan üzerine savrulan kılıcı engellerken diğerlerinin de çevresini sarmaya çalıştığının farkındaydı. Çünkü Rohan'ı gören askerler onun olduğu tarafa yoğunlaşmış ve canını almak için yarışmaya başlamıştı.
Lukan onu canlı ele geçirmeye bile layık görmemişti.
Rohan öne adım atıp kendisine kalkacak kılıcın sahibine bir tekme attı. Miğferin altından gördüğü yarım yamalak yüzle karşısındaki kişi Rohan'ın yaşlarında genç biriydi. Rohan yere düşen gencin kılıcı tutan kolunu hafifçe çizdi. Bunun yeterli gelmeyeceğini düşünerek kafasına kılıcın kabzasıyla vurdu. Genç baygınca ayaklarının dibine yığılırken Rohan hiç beklemeden üzerine gelen diğer kişiye yöneldi.
Kılıcından havaya savrulan kan kıyafetlerine bulaşmıştı. Etrafındakilerin haykırışları kulaklarını, kılıçları gözlerini ve kanları da burnunu dolduruyordu.
Henüz yeni başlamıştı ama her yer kan kokuyordu.
Öldürmeden kendi canını korumaya çalışmak zordu. Öldürmediğinden emin değildi gerçi. İki kişiye karşı kılıcını fazla sert savurmuştu. Onların yaşadığından ya da yaşayacağından emin değildi. Elinden geldiği kadarını yapmaya çalışıyordu ancak gücü herkesi kurtarmak için yeterli değildi. Uzun zamandır bunun bilincindeydi.
Bugün burada birçok kişi ölecekti.
Rohan bedenini otomatik olarak hareket ettirirken kafasının içinde bir çözüm yolu bulmaya çalışıyordu. Sarayı terk edip yanına gelen ve şu anda önünde onu korumak için savaşan komutanlardan biri olan Brain, üç birlik komutanı gördüğünü söylemişti. Bu da yaklaşık yüz elli kişi ediyordu.
Lukan bu kadar kişinin yeterli olacağını düşünmüş olmalıydı.
Olumlu düşünmek istese de bir tarafı Lukan'a hak veriyordu. Bu küçük kalede hizmetlilerle beraber tam yetmiş iki kişi vardı. Eli kılıç tutup savaşabilecek kişi sayısı elli bile değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIZIL EJDERİN UYANIŞI
FantasiaKIZIL EJDERİN KANI hikayesinin 2. kitabıdır. "Baba?" "Ben babamız değilim" diyerek Rein'e doğru bir adım attı Dha. Rein kaşlarını çattı. Babamız sözü kafasını karıştırmıştı. "O zaman.. sen kimsin?" "Ben senim."