Beni yatağa yatırdı ve arkamdan sarılarak uyuttu. Tam uykuya dalarken beni bir kez daha kendine aşık etti. Bir yandan saçlarımı okşuyor, bir yandan kendi kendine mırıldanıyordu.
T:Keşke kendini uyurken izleyebilseydin. Sana neden sevdalandığımı anlardın. Kokunu da duymuyorsundur şimdi sen.. Sen nasıl bir şeysin. Nerden geldin bana? Nasıl geldin? Sen bana hediyesin. Eşsiz, benzersizsin. Nefes.. Sen benimsin! İyi ki benimsin!
Bir adamın içinde bir kadına bu denli derin bir sevgi ve aşk barındırması benim için bir mucizeydi. Şimdiye kadar kimseden sevgi görmemiş benliğim, Tahirin sevgisi karşısında diz çöker. Bir erkeğe adam diyebilmek için onun içindeki sevgiye bakmanız gerekir. Eğer Tahir gibi sorgulamadan, yaralamadan seviyorsa o erkek adam olmuş demektir. Ben bunu Tahirle öğrendim. Tahirle öğrendiğim tek şey bu değildi tabii ki. Daha bir çok şey..
Ankaraya kaçtığımda meğer ben Tahirin kollarına koşuyormuşum da haberin yokmuş. Şimdi düşünüyorum da iyi ki onun kollarına koşmuşum. İyi ki..
Dediğim gibi ben şimdiye kadar hiç sevgi görmedim evet. Tahiri tanıyana kadar aşık da olmamıştım. Ama sevda başka bir şey. O an hissettiğim sevda olamazdı. Aşk çok büyük bir şey diye öğrettiler bize hep. Ama emin olun sevda daha da başka bir şey. Tarifsiz. Aşk denilen şey yanında sönük kalıyormuş. Anladım.
Tahirim.. Yuvam, Vatanım, Eşim, Sevgilim, Huzurum, Mutluluğum.. Evet biz belki sevda nedir hala bilmiyoruz. Ama birlikte öğreneceğiz...
.
.
.
.
Aradan 1 hafta geçmişti, konakta tek başımızaydık ve 1 hafta boyunca çıkmamıştık dışarı. Artık sıkılmaya başlamıştım. Mutfakta bir şeylerle uğraşıyordum. Tahir de bahçedeydi.. 50 yaşına gelmiş emekliler gibiydik. Eğer Tahir bana dokunmayacağım diye söz vermeseydi sıkılmazdı tabi. Ona eminim. Ama sözünde durdu ve bana 1 haftadır elini bile sürmedi. İkimizin yaraları da iyilesiyordu. Canımızı yakmıyordu aslında o yaralar. Birbirimize sığındığımızda, özlemimizden, sabırsızlığımızdan, istemeden yapmıştık onları. Ama Tahir yine de suçluluk duyuyordu. Yaralarımı her gördüğünde pişmanlığı kat kat artıyordu. Özellikle o gecenin izlerinden olan kasıklarımda ki morlukları görmek dahi istemiyordu. Ama her gece soruyordu bana geçip geçmediğini. E ben geçti desemde inanmıyordu tabi. Ama o izler artık yoktu. Vücudumda ne morluk vardı ne de yara. Tahirin de öyle, sırtındaki o izler geçmişti. Ama o kendi yaralarına aldırış etmiyordu. Her gece o yaraları öpüyordum çünkü. O yaraları gördükçe bende de pişmanlık oluyordu.. Ama artık eser yoktu.Asiye ablalar da hiç arayıp sormamışlardı. Ya bilerek yapıyordu ya da aklına bile gelmemiştik. Berrak da onlarla gitmişti.
Ben mutfakta oyalanırken Tahir içeri girdi.
T:Nefesim!?
N:Tahirim?!
T:Yorulmadın mı ne yapıyorsun sabahtan beri mutfakta?
N:Hiiç oyalanıyordum öyle.
T:Çok sıkıldın dimi? Dışarı çıkalım mı ister misin?
N:Yoo..
T:Emin misin?
N:Emin değilim. Ama kokunu duyarsam sıkıntım geçer bence.
Gülümsedi. Oturduğu yerden kollarını açtı.
Kollarını açtığını gördüğüm gibi sokuldum koynuna.N:Ohh tamam iste. Sıkıntı falan kalmadı bence.
Masumca gülümsüyordu bana. Saçlarımdan öptü. Ve sakallarını saçlarıma sürttü.
T:Nasıl seviyorum...
Fırsatını bulduğum gibi konuyu açtım.
N:Tahir..