Kapılar...
İki türlü dünyanın geçiş noktasıdır. Öncesi ve sonrasının ayrıldığı yer. Daha önce görülmemiş ile görmeye alıştığımızın, korkularımızla huzur kaynağımızın...
Kapılar...
Derya'nın özel ilgi alanı.
İnsanların bu dünyaya gelirken bir amacı yoktu ona göre. Hepimiz bomboş birer zihinle düşerdik yatağı olan döle. Ardından şekillenmeye başlardı her şey. Önce beden, sonra ruh...
Bazen beden ruhu kalıba sokar, bazen de ruh bedeni delik deşik ederdi. Hangisinin önce olacağına, tesadüfler karar verirdi. Bu yüzden "kendiliğinden olacak"ları ikiye bölerdi insanlar: şans ve risk diye...
Bundandır ki yaşamadan karar veremezdi iyi ve kötüye. Tabii bazı tabuları vardı onun da. Mesela asla ham olana dokunmazdı, hamlamış olana da... Aile öyle değildi ama. Onu vazgeçilmez ya da tartışılmaz bulanları pek anlamıyordu. Tamam, iyi bir ailede yetişmiş ve yeterince sevilmişti. Fakat anne, baba ve kız kardeşi dahil kan bağı bulunan kimse onun gözünde eleştiriden muaf değildi. Gerekiyorsa bir kalemde silerdi.
Tek bir şansımız var diye düşündü... Yaşamak için tek can. Çoğumuzun anca ölünce kıymetini bildiği...
Bu, önemli bir ayrımdı. Sahip olduğu canın tek kullanımlık olduğunun farkında olmayan insanlar yüzünden dünya çekilmez bir yerdi. Hep onlar yüzünden burnumuzu en hakkımız olmayan yerlere sokar, bizden sonrası hiç yaşanmayacak gibi fütursuzca harcardık hoşgörü ve sevgiyi.
Oysa yoktu işte! Başka şans yoktu! Yaşamak güzel, gelecek riskli, fırsatlar ise gecikmeliydi.
Muhammet bunu anlayamıyordu. Dünyanın merkezine oturttuğu ve tartışmaya dahi açmadığı, açamadığı tabularının etrafında dönüp duruyordu. Kendi dönmesi yetmezmiş gibi ona bağlı olanları da sürüklemekten çekinmiyordu. Oysa faniydi! Her fani kadar değerli ve hepsi kadar gereksizdi.
Varsa yoksa kendisi... Uydurduğu kuralları muhtemelen 'ahlak' ve 'din' adıyla temellendirmişti. Bu yüzden sırtı sağlam, duruşu dikti. Yanlış yaptığını kesinlikle düşünmüyordu. Oysa kardeşi de en az onun kadar hak sahibi...
Kapısını açmıştı. Hiçbir insan yeni bir dünya gördüğünde kayıtsız kalamazdı. Bir erkeğe dokunmak, bundan zevk almak Muhammet için tabuydu ve yıkılması zaman alacaktı. Lakin imkansız, bu durum için geçerli değildi. Çünkü Derya tüm insanların, merak uğruna yarağı yediğini bilirdi.
Eli istemsizce burnuna gitti. Neyse ki kırılmamış, iki yerden çatlamıştı. Onun kafası taş gibiyse Derya'nın inadı da elmastı. Vurdukça kendi bere alacaktı.
Saatler önce mesaj atmış olmasına rağmen hâlâ heyecanlıydı. İlk defa darbe almıyordu elbet, lise ve sonrasında birkaç defa kavgaya karışmışlığı vardı. Fakat ilk defa olay mahalline geri dönüyordu. Faili malum bir olayın mağdur tarafı olarak fazla cesur bir harekette bulunuyor ve peşini bırakmıyordu.
Onu öpene kadar Muhammet'in sinirlerine hâkim olmaya çalıştığının farkındaydı. İtiraf etmeli ki beklediğinden daha iyi direnmişti. Potansiyel var demekti.
Sınırlar ise kapılar açılmazsa zorlanamazdı. Teorik bilgiyle Muhammet gibileri yola getirmek ise abesle iştigaldi. Bu yüzden fırsat eğitimine tâbi tutmuş ve üzerine bin bir çeşit kilit takılan o derin odanın kapısını bir çift dudakla açıvermişti.
Tepkisi normaldi, en azından Muhammet gibi biri için... Sıkıştığı an şiddete başvurması, içine doğduğu toplumun karakteristik özelliğiydi. Fakat onu sıkıştıran neydi? Fiziksel olarak güçlerinin kapışacağına inandığı bir adamı alt edip edemeyeceğine dair risk mi, yoksa "asla" diyerek zihninin derinliklerine ittiği korkuları mı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Palindrom
General FictionEn uzun yol, başladığı yerde bitendir. Hikayenin kendi, zıddına eş değerdir.