Yeni bir gün daha... Yaşayarak başladığımız fakat sonunda belki de ölümün yakamızdan tutacağı bir gün.
Babasının ölümünden beri her ama her güne aynı hisle uyanıyordu Muhammet. Habersiz gelirdi ölüm ve hazırlıksız yakalamayı severdi. Tıpkı onu aldığı gibi...
Dindar bir adamdı. Hiçbir namazı kaçırmaz, kaçırtmazdı. Muhammet ona empoze edilen yaşam tarzını bu yüzden kanıksamıştı. Atadan gördüğü buydu, huzur verdiğine inandığı da...
Fakat o sabah huzur, Allah'ın verdiği bir şey olmaktan çıkıp aldığına dönüşmüştü. İlk defa o gün sorguladı Muhammet inancını; çünkü ilk defa o gün babasıyla tartışmıştı. Daha çok başkaldırıydı tabii, çocukluktan çıkıp gençliğe sığındığıydı.
Arkadaşlarıyla gitmek istediği bir geziydi mesele. Yaz tatili için plan yapmış ve kalacakları otelleri bile ayarlamışlardı. Tek eksiği vardı, hem maddi hem manevi olarak bağlı olduğu pederin rızası... Onu da ne derse desin alamamıştı.
"Gideceğim!" dedikten bir saat sonra ölüm haberini almıştı babasının. Gidememişti.
Yataktan kalkıp tam karşısında duran gardırobun aynasında kendine baktı. Yorgun görünüyordu lakin aslında değildi. Bir haftadır böyle hissediyordu: yaşlı ve güçsüz... Bunda, Umut ve annesinin tavırlarının da payı vardı elbet. Yine de kaynak neydi, belirsizdi.
Soyutlamışlardı onu, resmen dışlamışlardı. Annesini anlayabiliyordu, küçük oğlunu kaybetme düşüncesi tüm fikirlerini değiştirmişti. Umut ameliyattan çıktıktan sonra Muhammet'i bir kenara çekip "Ne yaparsa yapsın ona asla karışmayacağız." demişti. Ki metnin altında "Karışmayacaksın!" yazıyordu. Kadın kabullenmişti, her haliyle evladıydı ve bir anne için sorgulanmayacak kadar normal bir tavır içerisindeydi. Yine de günah keçisi olarak öteki oğlunu seçmekteki aceleciliğini de anlayamıyordu. Sanki Umut'u o duruma sokan kendisiymiş gibi...
Belki de öyleydi.
Öte yanda Umut... Tedavi süresince aralarındaki mesafeyi koruması gerektiği söylendiği için ona bir türlü yanaşamamıştı. Yaptığı şey çok ciddiydi. Hayat, üstünde böyle denemeler yapılabilecek bir tahta değildi. Bunu tekrarlarsa dönüşü olmadığını biliyordu Muhammet, şaka kaldırmayan kumaşın ta kendisiydi.
Eve getirildiğinden beri yanlarındaydı ikisinin de. Annesinin abartılı korumacılığına göz yummak, Umut'un nefret dolu bakışlarını görmezden gelmek zorundaydı. Derya işe yaramıştı. Muhammet'le olan ilişkisi dışında Umut'un hayatını yoluna sokmuş; ona, ihtiyacı olan yaşam enerjisini aşılamıştı. Fakat nerede karşılaşsalar kaçıyordu kardeşi ondan, konuşmak istemiyordu. Aynı ortamda bulunmak zorunda oldukları zamanlarda ise iğneleyici sözlerinin ardı arkası kesilmiyordu. İma değil direkt hedef alarak yargılıyordu onu. En son "Sen bencil adamın tekisin." demişti. "Kendin dışında kimseye katlanamıyorsun." diye bağlamıştı. Son günlerde duyduğu en hafif sözler bunlardı, bakışlarındaki kini saymıyordu bile...
Sıkıntıyla kalktı yataktan. Kimsenin ölmemesini umdu.
...
"Firdevs Hanım gibisin anne ya."
"Sus hayta!"
Mutfağa girdiğinde Umut ve annesinin masada çay içtiğini gördü. Muhabbetle, huzur içinde... Güzel bir bahar pazarı...
"Günaydın." deyip boş sandalyelerden birine yöneldi. Tabii günlerdir yaptığı gibi Umut'tan en uzak olana... Yoksa sevgili kardeşi onu gözleriyle yerdi.
"Günaydın oğlum."
Annesinin sıcak bakışını özlemişti. Pek temas etmezlerdi ama bu süreçteki soğukluğu Muhammet'i bile buna muhtaç hale getirmişti. Utanmasa gidip boynundan öpecekti. Mutlu aile tablosuna onu da dahil etsin istiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Palindrom
General FictionEn uzun yol, başladığı yerde bitendir. Hikayenin kendi, zıddına eş değerdir.