Derin bir nefes daha...
Uzun zamandır uğramayan bu istek, birkaç saattir nüks etmişti.
Derin bir nefes ihtiyacı ile yanıp tutuşan ciğerleri, gözlerini kapatıp onu serin havayla doldurduğunda rahatlıyordu anca... Sakinleşmek için Budist keşişlerin sıkça kullandığı bu yöntem, Derya'nın ise batağını derinleştirmekteydi.
O an, insan ruhu hakkında hiçbir şey bilmemeyi istedi. Nedenler, sonuçlar ve yine nedenler... Kendi dahil kimseyi tanımıyor olmak ne hoş olurdu! Merak etmeden yaşamak... Öylesine ve istemeden...
"Bitmek üzere, dayan."
Yunus... Konferansa birlikte gelmişlerdi. Aslında zaten katıldığı bir brifing iken Muhammet'in onunla gelmemesiyle "refakatçi" kadrosu boşalmış, Derya da ona "Gelmek ister misin?" diye sorar sormaz kabul etmişti. Yunus iyi bir arkadaştı. Bazı insanlar "iyi" doğarlardı ya, o da öyleydi işte. Ne yapsa iyi yapıyordu. Kıskanılası...
Bir nefes daha aldı. Derinden ve inceden... Sakinleşmeyi umdu. Yunus onun konuşmacıdan sıkıldığını düşünerek dirayet telkin etmişti ama Derya'nın asıl derdi kendiyleydi. Kabus başlamak üzereydi ve ona start veren tek şey uykuya dalmasıydı. Freddy Kruger misali...
"Sorun yok. Sadece sıcakladım."
Yalan ne de gerekli bir şeydi. Şimdi Yunus'a "Homofobiğin tekine haddini bildirmek adına götümü verdim, sonra da yetmezmiş gibi duygusal bağ istedim. O da beni sepetledi. Nasılım?" dese çenesini her anlamda düşürürdü. Şaşırması yetmez gibi bokunu çıkarana kadar konuşur, konuştururdu.
Bunlar ise Derya'nın ihtiyacı olan son şeyler bile değildi. Onun şu an istediği tek şey sessizlikti. Zira kafasındaki "tercih edilmiyorsun..." içerikli şeytanî fısıltı ruhunu emecekti.
"Klimalar yüzünden burnum dondu. Sen nasıl sıcakladın Allah bilir."
Bir gülümsemeyi hak ediyordu bu serzeniş, gülümsedi de.... Sırtını rahat koltuğa gömebilmek için bacaklarını dizlerinden biraz daha kırıp, sıranın arkasına gizlenmeye çalışan öğrenciler gibi kaybolmaya çalıştı olduğu yerde. Oysa o cüsseyle sadece mezardayken görünmez olabilirdi. Yerleştiğine kanaat getirdikten sonra az önce aldığı sessizlik kararını yine kendi bozdu:
"Acının teşvik edici bir tarafı olduğunu düşünüyor musun?"
Fısıltıdan ibaret sorusunu koca konferans salonunda duyabilecek tek kişi Yunus'ken, onun verdiği karşılık yüzünü bir kere daha güldürdü.
"Ben mi?"
"Yok eben?"
Birbirlerine o kadar uzun süre baktılar ki sonunda gülmek dışında bir şey yapamamışlardı.
"Teessüf ediyorum Derya. Bu kadar berbat bir espriye mahal verecek kadar zevksiz bir adam olduğumu düşünmen beni derinden yaraladı."
"Uzun cümleler kurarak söylediğin saçmalığı unutturmaya çalışman kadar değildir."
Kıkırdayan taraf Yunus, kaşlarıyla kement tutan taraf ise tabii ki Derya'ydı.
"İki saate yakındır dinlediğim ve monotonluktan yıkılan "Jung'un Rüyasının Parapsikolojik Düzlemdeki Karşılığı" temalı konuşmanın bile beni sokmadığı şoku sen reva gördün bana."
"Birazdan Behlül muamelesi çekeceğinden korkuyorum."
"Hoca için sordun sandım Derya."
"Çırpındıkça batıyorsun Yunus."
" Ben değil ama mazoşistler düşünüyor."
"Neyi?"
"Gördün mü bak? Oluyormuş."
"Ne diyorsun abi?"
"Alakasız bir yerde zart diye girersen konuya, bu olur diyorum."
Derya gözlerini kapayıp derin bir soluk daha aldı. Bu defaki sadece sabır dilemek içindi. Varsa eğer kabul edecek bir tanrı, şu an devreye girse fena olmazdı. Soluğun ardından tekrar fısıldadı:
"Acıdan kastım bedensel eziyet değil."
"Aralarında bir fark olduğunu mu düşünüyorsun?"
Sesleri hâlâ kısık tonda ilerliyordu. Yüzleri ise dinlemedikleri adama bakmaktaydı.
"Fark olmaması, aynı oldukları anlamına mı geliyor?"
"Sence?"
"İkizler gibi düşün. Görünürde aynılar ama..."
"Tamam tamam. Anladım. Hayır tabii ki. Aynı şey değil."
"O zaman?"
"İki türlüsünün de insanı teşvik ettiği kesin. Tabii bunun için önce o kişinin acı öznesinden haz duyuyor olması gerek."
"Saçma. Bıçak darbelerinden hoşlanan biri, bıçağın kendisinden mi hoşlanmalı yani?"
Yunus yüzünü yavaşça Derya'ya çevirip midesi bulanır gibi baktı.
"Ciddi misin? Sence kastettiğim bu mu?"
Cevap, havayla selamlaşan bir tek-kaştı. Onun da karşılığı devrilen bir çift göz oldu. Pek de yakıştı.
"Şöyle açıklayayım" deyip tekrar önüne döndü Yunus. Derya ise derin bir nefes daha aldı. İşe mi yarıyordu yoksa Yunus konuştukça dikkati mi dağılmıştı, bilmiyordu.
"Acıdan zevk alan kişi için kaynak önemlidir. Yoksa bıçak darbesi ile arı sokması arasında fark olmaz. Ya da ölüm... Oysa tanıdığımız tüm acı sevicilerin önce hedef belirleyip ardından hedef olmayı beklediklerini biliyorsun."
Derya sadece başını salladı, onaylamak dışında seçeneği yoktu. Çünkü dediği gibi, tüm yaralı ruhlar, yaralayana bakardı.
"Tabii tüm bunlar, durumunu kabullenenler için geçerli."
Sözlerindeki iğne kendine batmışçasına hızla Yunus'a döndü yüzü. Bakışlarıyla yalvarır gibiydi. Ver o cevabı hadi!
Yunus da benzer hareketi çok daha yavaş yaptıktan sonra:
"Kendini tanıyamayacak kadar şanssız kişiler ise ömür boyunca savrulur durur. Onlar için acı, tanrıyla eş değerdir."
Buydu... İnsan çok aciz bir varlıktı ama en büyük zaafı bilgiydi işte. Bildikçe acısı katlanırdı.
Boğazındaki düğümden, tükürüğünü yutarak kurtulan Derya ise son sözü söyleyerek yerinden kalktı. Zaten sahnedeki konuşmacı da susmuştu.
"Tanrının kimin tarafında olduğu ise en büyük bilmece."
Oysa yanılıyordu.
Bilinmeyen tek şey gelecekti. Ama geleceği yaratan da geçmişin ta kendisi. Yani tanrı sadece geçmişe bakıyordu. Acılar ise bu yüzden maziden beslenmekteydi.
Tanrı, geçmişi yaratarak hepimizi mahvetmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Palindrom
General FictionEn uzun yol, başladığı yerde bitendir. Hikayenin kendi, zıddına eş değerdir.