Ellerini gözlerine bastırıp yorgunluğunu almaya çalıştı. Yaklaşık iki saattir makale okuyordu. Son zamanlarda ara vermek zorunda kaldığı bir alışkanlık, epey özlemişti.
Derya alanını severdi. İnsan ruhunun, bir orman olduğunu düşünürdü. Nasıl ki orada yürüyüş yaparken salt yemyeşil ağaçlar ve kelebeklerle karşılaşmazsak insanların iç dünyası da sürprizlere açıktı. Hepsi de bizi biz yapan şeylerdi, bazen utandığımız bazen gurur duyduklarımızdı.
Dosyayı kapadıktan sonra ekranı indirip bilgisayarın başından kalktı. Hava iyice kararmıştı. Kaç olduğunu anlamak üzere saatine bakınca gece yarısı olduğunu gördü. Zaman, fark ettirmeden akıp gitmişti. Varsa eğer bu konuda emeği geçen tüm tanrılara şükranlarını iletti. Özellikle bu günlerde bir de can sıkıntısıyla uğraşmak istemiyordu. Su gibi akıp gitmesi işine gelmekteydi.
Sırtını verip gerindiği koltuktan kalkarken başının döndüğünü hissetti. Saatlerdir aynı yerde oturmak ve su dahi içmemekten kaynaklanıyordu. Kendini ihmal etmeye başlamıştı. Buna da bir çözüm bulmalıydı. Bu defa koyvermeyecekti, kararlıydı.
Buzdolabının önüne vardığında telefonu çaldı. Tezgahın üstünde yanıp sönen ekrana bakmak için herhangi bir hamlede bulunmadı. Günlerdir böyleydi, duyan arıyordu. Sanırsın onulmaz bir hastalığa tutulmuştu. Alt tarafı kızgın bir müşterinin dinmeyen öfkesiyle mücadele ediyordu. Herkesin başına gelebilirdi.
Telefonu yok sayarak dolabı açtı. Dün gece açtığı şarap şişesini çıkardı. Bir kadeh içip yatacaktı. Telefon susunca ev yine sessizliğe boğuldu.
Yandaki çekmeceden çıkardığı büyük, cam kadehe beyaz şarabı doldurduktan sonra cam kenarındaki tekli koltuğuna geçti. Düşünenler için dinlenme vakti...
Telefon tekrar çalınca mecburen kalkıp aldı. Arayan annesiydi.
"Anne?"
Sesindeki merak, bu saatte aranmasının sebebine yönelikti elbet. Tedirgin olmalı mıydı?
"Uyumuyordun değil mi?"
"Hayır. Hayırdır, bir sorun mu var?"
Olsaydı hemen anlardı. Annesini iyi tanıyordu.
"Yok canım benim. Teyzenler bizdeydi. Enişten bana uğrasın, iddianameyi inceleyip karşı davayı açalım, dedi. Yarın müsaitmiş. Onun için aradım."
Burnundan akıp giden gülücük, annesinde de aynısının oluşmasına neden oldu.
"Ne gülüyorsun çakal! Adam iyiliğini düşünüyor işte."
"Evet. Her lafın arasında burnunu karıştırarak yapıyor bunu. Adamın fallik dönemi burnunda geçmiş sanki."
Annesi huş bir kahkaha atınca az önce oturduğu yere geri döndü Derya da... Keyfi yerine gelmişti. Neyse ki gülümsemeyle mutluluk bulaşıcı şeylerdi.
"Sus Derya ya!"
Araya bir kahkaha daha girince Derya sazı eline aldı.
"Tamam, gideceğim. Ama elini falan sıkmam, ona göre."
"Yaaa!"
"Bu günlük kahkaha kotanı doldurduysan artık kapatmak istiyorum anne. Yüksek müsaadenle."
"Baban uyuyor, ne olur yani azıcık benimle muhabbet etsen?"
"Gıybet olur anne. Birkaç saniye sonra tüm mahalleyi çekiştireceğin için gıybetin dibi olur hatta."
"Uf tamam!" Bir an sustuktan sonra devam etti annesi: "Nasılsın?"
Nasıldı?
"İyiyim."
İyiydi.
"Güzel. Hadi iyi geceler."
"Sana da. Yarın uğrarım."
"Tamam. Öptüm."
Yine sessizlik. Neyse ki her sessizlik kendi ruhuyla gelip yerleşir. Şimdi içinde biraz aile ve biraz da sevgi var. Tam yenmelik!
Hayat, birçok kişinin, sahip olduklarının kıymetini bilmediği bir süreç. Kaybedince değeri anlaşılan yegâne şey sadece kendisi...
Telefonu, yanındaki minik sehpaya bırakmadan önce listesindeki şarkıları karıştırmayı unutmadı. Tıkladıktan sonra da ekranını çevirip kadehine yöneldi. Yıldızlar görünmese bile gökyüzü parlıyordu. Bazı şeyler vardı ve görünmeseler bile hissedilirdi.
Şarkının giriş kısmı tanıdık gelmemişti. Bekledi. Daha önce dinlemediğine emin olarak hem de. Biraz sonra bir kadın sesi, arabesk... Duyguların en melankolik hâli...
Merakına yenik düşüp ekranı çevirerek dosyanın ismine baktı. Bu dâhil birkaç şarkının listeye sonradan eklendiğini anlamakta gecikmedi. Tamamı arabesk, tamamı Muhammet'in sevdikleri...
Nasıl da kendine bağladın beni...
Bağlanmıştı Muhammet, daha ilk anda fark etmişti bu hissi. Kolay seven, kolay bağlanan biri... Aslında duvarlarını yıkmak zor olmamıştı. Onun gibiler oyuncak ruhluydu. Oynanmayı severdi lakin bunu bilmek istedikleri son şeydi. Bu yüzden savaşırken kalesinin bu noktasından giriş yapmıştı Derya. Dışarı açılan bir gedik, sevilme ihtiyacı...
Kendinin farkındaydı Derya. Standart üstü bir insandı. Sadece tip, kimseyi bir yere götürmezdi. Zekâ da bir yere kadardı. İkisini harmanlamış olması onu dayanılmaz yapıyordu. Dayanılmaz ve karşı konulmaz. Ona kapılmak kolaydı yani, Muhammet de bu tongaya çabuk düşmüştü.
Düştüğü gibi kalkmasını bilmişti ama. Onunla gurur duyuyordu. Çok güzel kaçmıştı! Tebrik edilesi...
Bir bakışın yeter...
Şarkıyı ne zaman eklediğini bilmiyordu ama gardını indirdiği anlardan biri olduğuna emindi. Derya'yla bir gelecek düşlediği anlardan... Korkularından sıyrılıp kendi gibi olduklarından... Huzurla uyuduğu ve aynı huzurla kalktıklarından...
Demek ki olmuştu, hayal bile olsa onunla ortak bir şeyler tesis etmişti. Bir şarkı listesi... İkisinin karışımı...
Bir yudum daha aldıktan sonra yutarken düşündü Derya. Peki ya kendisi? O düşmüş müydü? Eserine odaklanan bir heykeltıraş olmaktan çıkıp yanındaki adamın listesine dokunabilmiş miydi? Şu an dinletebildiği bir şarkısı var mıydı ki?
Serin sıvı boğazına yayılırken şarkının da sonu gelmişti.
Elindeyim işte oyuncak gibi...
Yatağa gitmekten vazgeçerek eklenen şarkıları dinlemeye karar verdi. Belki biraz geç olmuştu fakat anlamak, anlatmaktan daha vefalı bir işti. En azından muhatap gerektirmiyordu. Gidenin, gitmesinin ardından anlaşıldığı çok olmuştu. Oyuncak gibi bitti. Haydi sıradaki!
Düşünen insanlar için daha çok düşünme vakti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Palindrom
General FictionEn uzun yol, başladığı yerde bitendir. Hikayenin kendi, zıddına eş değerdir.