Uzun zamandır bu kadar huzurlu hissetmemişti. Birkaç can sıkıcı detay dışında her şey yolundaydı.
Terapi merkezinde işler tıkırında, epeydir ertelediği, yarım kalanlar ise halledilmek üzere ve en önemlisi Muhammet ile olabilecek en huzurlu günleri yaşamakta...
Annesinin yoğun ısrarı üzerine, zeytinyağlı pırasa yemek için evlerine gelmişti. Yeni ve yüksek binaların etrafı sardığı eski bir mahalleydi burası. Eski ama düzenli. Zaten zamanında da ailesi gibi düşünenler, şehrin karmaşasından kaçabilmek için emekli olunca buraya gelmişlerdi. Tabii ki ellerinde patladı hayalleri.
Muhammet'in yeni Arteon'u ile gelmesinin sebebi ise tamamen duygusaldı. Arabayı alması konusunda epey ısrarcı olmuş ve eli iyice iyileşene kadar böyle olması gerektiğini söylemişti. Derya bu durumun altında aslında motoru kullanmasından hoşlanmayışının yattığını biliyordu. Buluştukları mekanlarda ya da yoldayken, Muhammet yanındayken ya da değilken... Adamın sürekli "çok dikkat çekiyor" diyerek binmesini istemediğini dolaylı yollardan dillendirdiği muhakkaktı.
Tabii bunun asıl sebebinin Muhammet'in henüz tam olarak itiraf edemediği duyguları olduğunu biliyordu. Bilen tek kişi olsa da biliyor olması yetiyordu.
"Sen bu tip araçlara biner miydin?"
Babasının, şüpheciliğini gizleme gereği duymadan, doğrudan sorduğu bu haklı soru onu gülümsetti. Bunda, binmek fiilinin günümüzde edindiği edepsiz mananın yeri de yok değildi.
"Bir arkadaşın. Eli ameliyatlı olduğu için ben kullanıyorum."
Babası şimdi daha çok şaşırmıştı. Elinin altındaki bulmacayı, bahçeye yerleştirdikleri hasır masanın üzerine bırakıp tüm dikkatini Derya'ya verdi.
"Sen birilerine şoförlük mü yapıyorsun?"
Babası şaşırmakta haklıydı. Oldukça ilgi gördüğü bir ergenlik dönemi geçirmişti ve Amerika'ya gidene kadar da bu böyle sürmüştü. Derya, genetik avantajlarının sefasını, ailesini illallah ettirecek seviyede sürmüştü. Ondan sonrası zaten malum, zirvede bırakmıştı.
Gülümsemeye devam etti.
"Evet baba, şoförlük yapıp harçlığımı çıkarıyorum. Çok param olunca buralardan gideceğim."
Babası, midesi ekşimişçesine yüzünü buruşturup bulmacasına döndü. O sırada annesi de yanlarına gelmişti zaten.
"Öpmeyeceğim!"
Elindeki cam tabağı yana doğru kaydırarak oğlunun yanından hızla geçmeye çalışınca kadını belinden yakalayıp ayaklarını havalandırdı. Çığlık kaçınılmazdı.
"Ne yapıyorsun Derya?!"
"Demek öpmeyeceksin."
Kavrandığı için çırpınan annesinin kıvamında çığlıklarının arasından 'eşek sıpası, dana, deli' sözcüklerini seçebiliyordu.
Babasının da bakmasa bile gülümseyerek onları takip ettiğini biliyordu. Annesini usulca yere bırakıp yanağına uzun bir öpücük bıraktıktan sonra tabaktaki poğaçalardan bir tane kaptı.
"Öpmezsen öpme. Bir öpen bulurum ne de olsa."
Babasının karşısındaki sandalyeye oturup poğaçasını ısırırken annesinin yumuşayan sesi doldurdu kulaklarını:
"Oğlum yeter artık, evlen ve seni sadece bir kadının öptüğü günler başlasın."
Poğaçanın son lokması boğazında kaldığı için öksürmeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Palindrom
General FictionEn uzun yol, başladığı yerde bitendir. Hikayenin kendi, zıddına eş değerdir.