Gediktir insanı eğiten. Herkeste vardır ondan bolca... O gedik ki ne akıntılara gebe, yeri gelince sızım sızım sızar da...
İnsanlar da gediklerden oluşur. Her birimizin bir tane vardır mutlaka.
Derya bunun farkındaydı. Kendi hem gedikzade hem gedikzedeydi. Her birey gibi ömrünün ilk yılları çatlamak, geri kalanı patlatmaktan mütevellit; bir garip çemberin içinde döne döne dönüverirdi. Başkalarını anlamaya giden yolun ise kendini yarıp içine bakmaktan geçtiğini en acı yoldan öğrenmişti.
Dakikti de... Buluşacağı kişiye saygısından değil, sahip olduğu zamanı kıymetli saydığındandı çabası ve asla gecikmezdi. Erken gelmek ise sadece minik bir özveriydi.
On dakikadır beklediği Muhammet'in, kalan ömrü için devrim niteliğinde olacak değişimine dair planını da bu on dakikada şekillendirdi.
Merkezde karşılaştıkları günden sonra Umut'un durumuna yönelik müdahale için ailesinin, özellikle de üzerinde hüküm sahibi olan abisinin karakterine dair bilgi edinmesi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden, e biraz da özel bir merak uyandıracak kadar keskin hatları olduğu için, Muhammet'i iş yerinde görmek istemişti.
Adamın ünlü bir markaya ait bir galerisi vardı ve bu bilgiyi istemsiz de olsa Umut'tan kopararak yeri konusunda kolayca malumat edinmişti. Freud yeminine uymayan bir davranış gibi görünse de onu gafil avlayıp, abi rolü dışında nasıl bir maske takındığını doğaçlama anlarda izleyerek irdelemek istemişti. Gayet profesyonelce bir niyetti.
Fakat beklediğinden fazlasını görmek onu şaşırtmıştı. İş yerinde tam bir Muhammet hükmü sürüyordu. Çalışanlarının üzerinde de tıpkı Umut'ta olduğu gibi mutlak hakimiyeti vardı. Ve bunun salt korkudan kaynaklanmadığını daha ilk anda hissetmişti. Bir şekilde saygı da oturtmuştu çevresinde. Bunun kaynağını merak ediyordu.
Paradan kaynaklı bir güç sarhoşluğu değildi onunki. Zaten öyle devasa bir servetin sahibi, çılgın prens rolüne de pek uymuyordu. Muhammet tam anlamıyla işkolikti. Çalışırken takındığı ciddiyet belli ki onu mutlu ediyordu. Sahip olduklarını da bu yolla edindiğine dair izler, kasılmasında gizliydi.
Takdir edilesi yönlere sahip olsa dahi yılmaz bir homofobik olduğu da âşikardı. Erkek erkeğe ilişkinin midesini bulandıracak kadar zihnini rahatsız ettiğini gizlemekten çekinmiyordu.
Sorun da tam olarak buydu. Tüm homofobikler gibi Muhammet de aslında kendinden korkuyordu. "Ya ben de onlar gibi hissedersem?" kaygısı, kramp olup midelerinde son buluyordu. Çoğu bu yüzden kanser bile olurdu. Ki yine çoğuna göre kanser bile daha şanlı bir ölüm yoluydu.
Derya'nın hırslı tarafını gıdıklayan da buydu. Tatmalıydı o da... Burun kıvırdığı, yok saydığı ve hatta yok etmeye kalktığının kudretini görmek zorundaydı. Dünya, Muhammet gibiler için yeterince büyük değildi ve bir şekilde hayatına dahil olmuş bu cühela rüzgârına haddi bildirilmeliydi.
Muhammet'in gri Amarok'u önünde aniden durduğunda planın ayrıntılarını şekillendirmeye başlamıştı bile.
Dün konuştukları köy olayı bugün Derya'nın da katılımıyla gerçekleşecekti. Üstün manipüle tekniklerinden birini kullanarak kendini bu geziye davet ettirmesi işten bile değildi. Edildi de... Muhammet bu tip girişimlerden çekinen bir yapıya sahip değildi zaten. Belli ki kardeşini "iyileştirecek" adamın gönlünü hoş tutmak gibi kutsal bir görev edinmişti. Derya bunu kullanacaktı, kusura bakmasındı.
Uzun boyuyla bile yanında kısa kaldığı aracın önünde beklemeye devam etti. Derya dakikti ve değil on dakika, on saniyenin bile hesabını bir şekilde soracaktı. Onu tanımamış gibi yaptı.
Ön cam usul usul indirilip ardında yine ceket ve gömlek ikilisi ile sakince duran Muhammet görününce yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. İşte başlıyordu. Sinir uçlarında ufak bir gezinti provası...
"Çok bekletmedim umarım."
Siyah gözlüklerinin ardında parlayan gözlerini hissedebiliyordu Derya. Uyuz herif her türlü küfrü hak ediyordu.
"Sen bekletmedin. Ben bekledim." derken kapıyı açıp yüksek arabaya bir hamlede oturmuştu. Muhammet de onun yerleştiği salise gaza basıp arkalarından kovalayan atlıları tozda dumanda bırakmayı seçmişti. Ne de olsa her an çok önemli işleri olan önemli bir cerrahtı kendisi (!)
"Beklediğine değecek doktor. Köyü seveceksin."
Derya giydiği rahat keten pantolonun paçalarını hafifçe düzelterek koltuğa iyice yerleşti. Bu sırada hafızasındaki birkaç sandığın anahtarını arıyordu. Madem bu işe girişmişti, bitirmeden gitmeyecekti.
"Pratik olarak doktor sayılabilirim, evet. Doktoramı WMU'da tamamlayacaktım." Böbürlenmekten hoşlanmazdı, kişisel kariyeri yıldızlarla dolu olsa da sadece aydınlatma olarak kullanmaktı alışkanlığı.
Lakin Muhammet'in o an yaydığı tahrik edici gergin hava ağzından çıkanlara da yansır olmuştu. Engel olmak gibi bir hevese de sahip değildi. Bakışlarını Muhammet'e çevirerek:
"Ama hekim değilim. Yani iki doz placebo ile sabaha hiçbir şeyciğinin kalmayacağını söylememi bekleme." diye tısladı.
Resti gören Muhammet ise aynı bakışla karşılık verdi:
"Zaten tedavi etmen gereken kişi kardeşim. "
Bakışma biraz daha sürse trafikte facia yaşanabilirdi. Her ne kadar adam arabayı harika kullansa da kimse kaza yapmayacak kadar profesyonel değildi. Derya bakışlarını kaçırıp öne sabitleyerek ortamı sakinleştirdi:
"Tedavi değil. Rehberlik demeyi tercih ederim."
Aynısını Muhammet de yaptı. Farkında olmadan yola geliyordu, sadece biraz zaman alacaktı.
"Ben de sizi başarmış görmeyi tercih ediyorum."
Nasıl olabilirdi? Bir insan kardeşinin parçası olduğunu gördüğü bir özelliğinden nasıl bu kadar nefret edebilirdi?
"Şüphen olmasın." Çünkü Derya'nın şüphesi yoktu. Sökecekti!
Sandıklardan birkaçı aralandı. Gri pikap onları köye taşırken Derya da çevresindeki eş cinsel ve biseksüel kişilerin isimlerini hatırlamaya çalıştı.
Kasıntı abi için güzel planları vardı ve onunla işi bittiğinde mum ışığında yemek yiyecekti. Belki ona, Muhammet ve onun henüz tanışmadığı, müstakbel erkek arkadaşı da eşlik ederdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Palindrom
General FictionEn uzun yol, başladığı yerde bitendir. Hikayenin kendi, zıddına eş değerdir.