John sorgu odasında sessizce oturmuş, asık suratlı generali izliyordu. General sorguya nasıl başlayacağını bilemiyor gibiydi. Sonuçta karşısındaki bir düşman değildi.
Yumuşak bir başlangıç denemeye karar verdi, işe yaramazsa sertleşebilirdi. Yüzüne bir gülümseme yerleştirip konuya girdi.
“Biraz önce olanları unutalım, iki dost gibi konuşalım doktor”
John generalin bu yaklaşımına şüphe ile baktı. Apar topar tutuklanan birine böyle davranılması garipti.
“Bana uzaylı dostlarından bahset John”
“General Dexter ben…” diye başladığı cümleye generalin itirazı ile devam edemedi.
“Lütfen bana Dex diye hitap et. Çünkü dostlarım bana Dex der” dedi.
“Ama siz bana Dex demememi söylemiştiniz” diye itiraz etti.
“Artık dostuz doktor, rahat konuşabilirsin”
John rahatlayarak arkasına yaslandı. “Peki, Dex şu askerlere söyle de konuşmaya başlamadan önce bir kahve içelim, dostluğumuz pekişsin” dedi.
General içinden sövse de askere işaret etti ve birazdan kahveleri getirilip önlerine koyuldu.
Kahvesinden bir yudum alan John “ahhhh! İşte kahve diye buna derim. Ağzınızın tadını biliyorsun Dex” dedi.
“Artık şu uzaylıları anlatmaya başlasan iyi olur” dedi general sabrının sonuna gelmiş bir sesle.
“Üç uzaylı ile tanıştım” diye başladı cümleye ama ilk gördüğünde tanıdık gelme hissini anlatmadı. “Adları Jen, Kdem, Pladd”
“Adları beni ilgilendirmiyor. Neden buradalar ve ben onlara nasıl ulaşırım bana bunları anlat”
John generali sakinleştirmek amacıyla, kendisi ile konuştukları her şeyi aktardı.
General arkasına yaslanarak sakince sordu. “Demek dünyayı kurtaracak buluşuna, yardım etmek istiyorlar” dedikten sonra aniden masaya eğilip yumruğunu sertçe vurdu. Masadaki kahve bardakları darbenin şiddetinden devrildi.
“Sen beni aptal mı sanıyorsun doktor. Aptal tırtıllarla koca dünyayı nasıl kurtaracakmışsın. Seni de kandırdılar veya sen bana her şeyi anlatmıyorsun” dedi öfkeyle.
John gerçeği anlattığı halde generalin ikna olmayacağını anlayınca, Jen’in kendisine son çare olarak verdiği cihaza baktı çaktırmadan.
“General sizi ikna etmek için son bir yol daha var ama baş başa kalmamız lazım” dedi John.
“Beni baştan çıkarmayı denemeyeceksin değil mi John” dedi alay ederek. Gene de askerlerine odayı boşaltmalarını söyledi.
“Lütfen silahınızı da odadan dışarı gönderin “ dedi John. Generalin kendisi ile baş etmek için silaha ihtiyacı olmadığını biliyordu. Bu yüzden general silahını askere teslim ederken, onun da aynı düşünceye sahip olduğunu anladı.
“İsteklerin bittiyse, artık beni nasıl ikna edeceğin konusuna dönelim” dedi general.
John elindeki cihaza bastı ve bekledi. Birkaç saniye sonra Jen odanın ortasında belirdi. General aniden “Kutsal Meryem” diye bağırarak sandalyesinden düştü.
John uzaylıyı ilk gördüğünde hiç şaşırmadığını hatırladı. Generalin tepkisi, aslında normal bir insanın verebileceği tepkiydi.
“Merhaba general” dedi Jen. Kapıya doğru bir cihaz tutup bir iki saniye bekledi. “Artık yalnız kaldığımıza göre, sorularınıza ben cevap verebilirim”
General düştüğü yerden kalkmadan, geriye doğru bir iki adım emekledi. “Yaklaşma” diye uyardı. “Askerler hemen içeri gelin”
“Baş başa konuşmak için kapıya güvenlik kalkanı yerleştirdim. Sizin silahlarınız zarar veremez” dedi Jen. “Şimdi yerinize oturursanız konuşabiliriz”
General uzaylının sakin sözleri karşısında, yavaşça yerinden doğrulup koltuğuna oturdu. Otururken uzaylıdan uzak bir köşeye doğru koltuğunu itmeyi de ihmal etmedi.
“Doktoru bu kadar özel kılan nedir? Şey ufaklık… Adın her neyse”
“Adım Jen. Ufaklık derken boyumu kastediyorsanız, bilin ki kendi ırkıma göre normal boydayım”
General uzaylıyı kışkırtmamak için sessiz kaldı. Jen doktora dönerek “ her şeyi anlattın değil mi John?” diye sordu.
“Evet, anlattım ama general bana inanmadı, bu yüzden seni çağırdım” dedi John, göz ucuyla generale bakarak.
Uzaylı zaten bunu bekliyormuş gibi doğal karşıladı. “General, John’un size anlattıkları doğru. Sizi kötü niyetli bir uzaylı ırkından korumak için yardımcı olacağız” dedi.
John, kötü niyetli uzaylıları ilk defa duyuyordu. Jen’in kendisine neden daha önce söylemediğini anlamamıştı.
General , “yani siz DOST uzaylılar” derken DOST kelimesinde iki eliyle tırnak işareti yapmıştı. “Bizi kötü uzaylılardan koruyacaksınız öyle mi?
“Evet, general. Bu uzaylı ırkı bizim doğal düşmanımız. Bizim gezegenimizi sömürmek için sürekli saldıran savaşçı bir ırk. Teknolojimiz kendimizi zar zor korumaya yetti. Bizden istediklerini alamayınca hedef olarak Dünya’yı seçtiler”
General sinirlenerek “bizi kolay lokma sanıyorlarsa yanılıyorlar. Biz dünya halkları, birçok ulustan oluşmamıza rağmen, dış güçlere karşı birlikte hareket ederiz. Gelecekleri varsa, görecekleri de var” dedi.
John uzay gemisindeki zırha yapılan gösteriyi hatırladı. “General inanın bizim kamuflajlı kurşungeçirmez zırhımızda bir karış delik açtılar.”
General kendine olan güveni biraz sönmüş gibi “gerçekten mi doktor?” diye sordu. “Bu bir felaket.”
Dışarıda askerlerin kapıyı açmak için uğraşlarının sesleri geliyordu. General sert bir emirle askerleri durdurdu. Doktora dönerek “sence bu uzaylı dostlarına güvenebilir miyiz?” diye sordu.
John ilk tanışmalarından bu yana güven konusunda hiç şüphesi kalmamıştı. “Evet, Dex güvenebiliriz” dedi.
General dişlerini sıkarak, yüzünde kocaman bir gülümseme ile “bana Dex deme, bana sadece dostlarım Dex der” dedi. Ayağa kalkarak uzaylıya elini uzattı. “Benim adım Dex, dostum” dedi.
-DEVAM EDECEK-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOZA - Dünya'nın İstilası (SY)
Science FictionDost uzaylılar ve düşman uzaylılar arasında kalan bir doktor. Tırtıllar üzerinde deney yaparken gizli bir askeri tesise davet edilir. Muhteşem güzellikte bir asistanı ve genetiği değiştirilmiş hayvanlarla yaşantısı kendisini harikalar diyarında hiss...