Akşam yemeğini hazırlarken doğradığım salatalıkları ağzıma atıyor, bir yandan Rüzgar meselesini anneme açmak için fırsat kolluyordum. Bugün ziyaret ettiği arkadaşından bahsederken konuyu bir şekilde arkadaşlık ve komşuluk ilişkilerine getirdim. Ardından aniden sordum.
"Anne, Rüzgar karşı apartmana taşınmış. Duydun mu?"
Annem karıştırdığı fasulyeyi bırakıp tencerenin kapağını panikle kapattı. Bana döndüğünde şok olmuş yüzü, onun da bu konuda hiçbir şey bilmediğini gösteriyordu.
"Rüzgar neden buraya taşınmış ki? Kızım bu şimdi mi söylenir? Nereye taşınmış, hangi bina?"
"Sakin ol anne, benim de bugün haberim oldu." Odamın tam karşısındaki evleri işaret ettim ve sebebini bilmediğimi, bu ani yer değişikliğine benim de en az kendisi kadar şaşırdığımı anlattım.
"Madem buralara kadar gelmiş, yarın akşam yemeğe davet edelim." Annem böyle deyince öyle büyük bir hışımla "Hayır!" dedim, bu ani çıkışımın altında nelerin yattığını öğrenmek için başımın etini yedi ancak başarısız oldu. En nihayetinde, "Bu işte var bir şeyler ama hadi hayırlısı." deyip konuyu kapattığında, tüm itirazlarıma rağmen yarın Rüzgar'ın bizde olacağına karar verilmişti. Bunu ona en kısa ve soğuk şekilde nasıl bildirebileceğimi düşünürken en sonunda şöyle yazdım:
Annem yarın seni yemeğe bekliyor.
Benim gibi sevecen ve hümanist birinden asla beklenmeyen bir mesaj olsa da onun bunu hak ettiğini düşündüm. Hem, gelse bile ne olacaktı ki? Güzelce yemeğini yer, sonra yine gözümden uzak olurdu. Ancak işler hiç de beklediğim gibi gitmemişti.
Rüzgar, ertesi gün üzerine tam oturan düzgünce ütülenmiş lacivert kot gömleği, özenle taranmış saçları ve yüzünden eksik etmediği tıpkı Çınar'ınkine benzeyen gülümsemesiyle tam karşımda oturuyordu. Annem onu oğlu gibi görüyor ve inanılmaz fazla seviyordu. Ondan bahsederken her zaman kibar, beyefendi, saygılı ve tabii ki Allah var yakışıklı çocuk ifadelerini kullanmaktan asla geri durmazdı. Söylediklerinin harfiyen doğru olması canımı sıkıyordu. Ondan nefret etmek için bir sebep arıyor ve bulabildiğim tek şey bana yalan söylemesi oluyordu. Hem, ayrıca sanıldığı kadar efendi biri de sayılmazdı. Topluluk içinde gayet uyumlu ve yumuşak başlı olsa da Romeo kimliğine büründüğünde ateşli tartışmalardan geri kalmazdı. İnandığı düşünceyi savunması hoşuma gidiyordu, bazen çapkın bir serseri gibi davrandığı zamanlarsa favorimdi. Rüzgar sürpriz yumurta gibiydi. Ne zaman hangi yönüyle karşılaşacağınızı kestiremezdiniz ve bu insanı epey heyecanlandırırdı. Şimdiyse tam bir beyefendi olmuş, kibarlıktan ölecekti.
"Yemekler nefis, elinize sağlık. Annem duymasın ama onunkinden bile iyi."
Ben ömrümde böyle yağcılık görmedim! Çocuğum sen zaten kaç kere annenin yemeğini yedin ki? Sahi, Rüzgar bizden uzaklarda babasının yanında yaşarken neler olmuştu, nasıl bir hayat sürmüştü acaba? Farkında olmadan derin düşüncelere daldığımda Rüzgar'ın önümde parmak şıklatmasıyla kendime geldim. Kafamı kaldırıp baktığımda masada yalnızca ikimiz vardık.
"Annem nerede?"
"Asıl sen neredesin?" Çatalını bırakıp arkaya yaslandı ve kollarını önünde bağladı. Hiçbir şey söylemeden tabağımdaki yaprak sarmasını bir o yana bir bu yana itekledim.
"Anneniz hanımefendiler bana bir tabak daha yemek koymak üzere mutfağa gittiler."
Önündeki tabağa baktığımda her şeyi silip süpürdüğünü gördüm ve bu kalbimi acıttı. Evde gerçekten aç mı kalıyordu acaba? Aman canım, eli kolu yok mu, kalkıp yapsın. Ama belki yemek yapmayı bilmiyordur? Gerçi bu yaşına kadar öğrenmiş olmalı, en azından bir yumurta kırabilir. Ya da belki çok küçükken yanlışlıkla fırına girmiştir ve bu yüzden mutfak fobisi vardır. İçimdeki Rüzgar'ı seven ve ondan nefret eden iki taraf tarışırken sonunda kafamı masaya vurup isyan ettim.
"Saçın çorbaya giriyor!" Rüzgar saçlarıma yavaşça dokunup onları bir tarafa toplarken kendimi çok garip hissettim. Bir daha asla saçlarıma dokunmasına izin vermemem gerektiğini aklıma not ettim, aksi takdirde saçlarımı okşarken yapacağı bir konuşmayla onu kolayca affedebilirdim.
"Beni çift kişilikli biri hâline getirdin!"
"Öyleyse ben ikisini de çok seviyorum." dediğinde hışımla kafamı kaldırıp gözlerinin içine baktım.
"Seni seviyorum demek ne kadar kolay senin için! Günaydın, iyi geceler, merhaba der gibi hiç düşünmeden çıkıveriyor ağzından. Bu da mı yalan yoksa? Yürekten gelen bir seni seviyorum öyle kolayca dökülmez insanın dudaklarından."
Sırtını dikleştirip ciddi bir ifade takındı. Şimdi sesi daha tok, sözcükleri daha anlamlı çıkıyordu.
"Bunun için yeterince bekledim Miray. Sana seni seviyorum demek isteyip söyleyemediğim her anın acısını çıkarıyorum ben. Elimde olsa sana binlerce kez seni seviyorum derdim ve hiçbiri öylesine söylenmiş olmazdı." Dudaklarını ıslatıp devam etti. "Ben bu hayatta başka hiçbir şey bilmiyorum artık. Ağzımdan başka bir sözcük de çıksın istemiyorum. Sadece seni ne kadar sevdiğimi ve sana ne kadar ihtiyacım olduğunu anlatmak istiyorum." Aklına gelen bir şeyle güldü. Geriye yaslanıp cümlelerini kafasında toparladıktan sonra konuşmaya devam etti.
"Ben yüzlerce kitap okudum, pek çok kızla tanıştım. Aşk ve ilişkiler hakkında her şeyi bildiğimi sanardım. Hayatta bir amacım, hedefim yoktu. Orada burada avare gezerdim. Ailemden uzaktım, daha önce onlar hakkında fazla derin düşünmemiştim. Antalya'yı unutmuştum ve hayatımın bir parçası bile sayılmazdı. Sonra seninle tanıştım ve bildiğimi sandığım her şeyi unuttum." Gözlerini kırpıştırdı, o tatlı mı tatlı gülüşünü yüzüne yerleştirdi ve gözlerime baktı.
"Sanki hayatım boyunca tanıştığım ilk kız senmişsin gibi geliyor. Senin karşında nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum çünkü ne yapsam bir işe yaramıyor. Ama bundan rahatsız değilim, aksine hoşuma gidiyor. Sana yakın olduğum sürece yüzüme bakmasan bile sesimi çıkarmam. Sadece artık seni görmeden yaşayabileceğimi sanmıyorum. Eğer bu bir büyüyse etkisinden çıkmak istemiyorum."
Söyledikleri adeta kalbimi titretti. Sanki üşüyen kalbimin üzerine aşktan bir örtü sermiş ve sıcacık yapmış gibiydi. Masanın üzerinde duran elimi alıp dudaklarına götürdü. Elimi nazikçe öperken gözlerimin içine baktı. Bu hareket bile kalbimin yerinden çıkacakmış gibi atmasına yetti.
"Beni istediğiniz kadar etkiniz altına alıp süründürebilirsiniz, zira sizden gelecek her acı benim için lütuftur."
Annemin nihayet geldiğini görünce elimi çektim ve yemek yemeye geri döndüm. Annem baş başa kalalım diye mi bu kadar uzun süre mutfakta kalmıştı yoksa Rüzgar mı çok hızlı konuştu bilmiyorum ama bu konuşma düşüncelerimi hayli değiştirmişti.
Yemek ve tatlı faslı bittikten sonra annem Rüzgar'ın eline kap kap yemek tutuşturup onu güzelce yolcu etti ve istediği zaman yemeğe gelebileceğini, kapımızın ona her zaman açık olduğunu söyledi. Tatlı sözlerle dolu vedalaşmadan sonra kapının önünde duran Rüzgar'a bakıp hafifçe gülümsedim.
"İyi geceler."
"İyi geceler küçük hanım." O da tatlı gülümsemesini bahşettikten sonra masayı toplamaya döndüğümde, tabağımın altında bir not vardı. Aşırı düzgün bir el yazısıyla yazılmış, minik bir mektuptu bu.
Pek saygıdeğer hanımefendi,
Üzümlü kekim tahminen ne zaman gelir? Aman gözünüzü seveyim, sepet sarkıtıp almamı beklemeyin benden. Ben sizi görmek istiyorum, kek bahane. Ve rica ediyorum arada bir de olsa balkonda vakit geçirin. Şu sıralar havalar pek güzel. Özellikle de sabahın 5'inde. Sizi yeniden görmeyi büyük bir yürek telaşı içinde bekleyeceğim.
Not: Açlıktan ölüyorum. Yardım edin.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaz Rüyası
ChickLitBence insan senin de dediğin gibi, bir ruha aşık olmalı. Normal hayatımda gördüğüm yüzlerce insana rağmen ben, hiç tanımadığım, hiç bilmediğim; ama düşüncelerine ve hislerine hakim olduğum biri hakkında düşünmeyi daha çok seviyorum. Zihnimin seninle...