Ölümün gerçekliği korkutucuydu. En büyük aşıkları ayırabilirdi ve ona kafa tutmak, bir ölümlü için, galibiyetini asla alamayacağı bir çabaya girmenin ötesinde değildi.
Yaşam gün doğumuydu.
Ölüm ise gün batımı.
Prens Daemon Targaryen'e göre gün batımları bir ayrılıktı. Onun için ölüm bir düşman değildi, en zor zamanlarında ona gölge olan bir dosttu hatta. Daemon ölümün varlığını inkar etmez, gerçekliğini kabul ederdi. Ölümün getirecekleri konusunda korku duymazdı ya da hiçbir zaman duymayacağına dair kendini kandırmıştı. Kalpsizlikten yana kendini güçlü görür, yalnızlık adına kadeh kaldırırdı. Onu kimse zayıf kılamazdı. Hiçbir ölüm, hiçbir kayıp onu dizlerinin üzerinde tıpkı bir çocuk gibi ağlatamazdı.
Serseri Prens buydu.
Kendisi, geriye kalan diğer herkes, bu doğruyu hakikat ile karıştırırdı.
Fakat yanılmışlardı. Prens Daemon Targaryen, ölümüne şahitlik ettiği Leydi Mhyris'in uğruna, dizlerinin üzerine çöküp çocuk gibi ağlamıştı. O akşam, varlığını yıllardır ısrarla reddettiği taş kalbinin paramparça oluşunu en derinden hissetmişti ve hiçbir kılıç yarası, canını bu kadar yakamazdı. Kollarının arasındaki güzel yüzün bir daha gülümsemeye fırsat bulamayacağı gerçeği Prens'e aklını kaybettirdi. Parlak gözlerini açamayacak oluşu, hoş sesiyle içten kahkahalarını duyuramayacağı ve bir daha kollarını adama sarıp ona sevgisini söyleyememesi haksızlıktı en acı biçimiyle. Daemon, Mhyris'in ölü bedenine sarılırken ölmekteydi zaten kalbi. Ölümün onu da alması için yalvarmıştı bir anlığına. Kalbi çürüsün, nefesi kesilsin istemişti. Ama ne Daemon'un vaktiydi, ne de zaten ölmüş olan Leydi Mhyris'in.
Işık Tanrısı fısıldadı, Mhyris tekrar uyansın diye. Ve Eski Tanrılar yeni bir sayfa açtılar, Daemon'un geriye kalan hayatı adına.
Ateş ve kan için yaşanması gereken daha nice vakit vardı. Armağanları birlikte nefes almak olacaktı.
Ejderha Kayası'ndaki kale bir çeşit sessizlik ve huzur barındırsa bile çoğu insan için kasvetli ve soğuktu. Taş masanın olduğu geniş salonunu şöminenin ateşi aydınlatıyordu ve ikinci kez doğmuş olan Mhyris ateşi izliyordu. Kehribar rengi gözlerine yansıyan ateşte dans eden insanlar vardı. Onları izleyen Mhyris'in hiç tepki göstermemesi doğaldı. Ölüm onu almış, yanında konuk etmiş ve hayata geri teslim etmişti. Mhyris için şaşırtıcı bir şey kalmamıştı. Ya da hâlâ yaşamaya adapte olmamış, aldığı nefesin gerçekliğini sorgular bir hâle gelmişti. Karanlıktı, görüp şahit olduğu her şey. Ölümün yalnız alırken gözleri kararttığını, sonrası için cennetten kopma bir bahçeden ruhları selamladığına inanırdı Kızıl Leydi. Fakat her şey yalandı. Ondan aldığı tek selam, karanlık olmuştu. Boşlukta, sonsuza kadar düşmekte ve toprağa varamamaktaydı. Leydi Mhyris yine de korkmamıştı ancak hayal kırıklığına uğramıştı. Annesi ve babası -öz olmasa bile Ron onun gerçek babasıydı- en azından ölüme ulaştıklarında mutlu olmuştur diye umut ederdi hep. Şimdi onların da sonsuz bir karanlıkta düştüğünden emin olmak, Mhyris için kalbindeki tüm umutların solması demekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Red Targaryen ☾ Daemon Targaryen
FanfictionKral Viserys I. tarafından küçük yaşta himaye altına alınan ve Rhaenyra Targaryen'in gözünde bir abla gibi büyüyen Mhyris Silverarmor, uzun kızıl saçları ve büyüleyici görünüşü ile Westeros'un en güzel kadınlarından biridir. Ancak on yedi yaşında ol...