Kızıl Kale'nin tepesine çökmüştü yeşil bir gölge. Zindanlardan gelen çığlıklar ile besleniyordu. Hırsızdı. Yağmacı ve haindi. Evine huzursuzluğu, diyarına ise ölümü getirecekti.
Peki zorla kral yapılan genç bir adamı mı suçlu ilan etmeliydi? Yoksa onu bir gaspçı haline getiren zihin yıkayıcıları mı?
Yanıtı tanrılar bile bilmiyordu.
Gaspçı Kral Aegon II, yedi tanrıdan, savaşçının ruhunu almamıştı. Kılıç tutmak veyahut kavga etmek isteyen bir yapısı yoktu. Annenin şefkatinden mahrum bırakılan bir çocuk, babanın adaletini tatmamış zavallı bir oğlandı. Tepesinde yükselen ve onu yargılayan yedi köşeli yıldıza sadık olması adına yetiştirilmiş olsa da Aegon Targaryen ona asla bağlılık hissetmemişti. Bilge değildi. Demircinin maharetini güzel bir fahişenin iplerini çözmek dışında kullanamazdı. En sevdiği tanrı bakire idi. Af dileyen fahişelerden dinlediği kadarıyla onu sever olmuştu. Ancak masumiyet denilen yanılgının gerçek olmadığını da biliyordu. O masum bir adam değildi. Hiçbir zaman olmamıştı ve olmayacaktı. Ruhuna çöken soğuk his yabancıdan armağan değildi lakin ölüm kadar alaycıydı.
Genç Aegon daima ağlardı, yalnızken.
Prens Aegon daima şakacıydı, ailesine bir sofrada eşlik ederken.
Kral Aegon ise huysuz bir kaçık gibi görünüyordu, huzurunda müritleri varken.
Yarı Targaryen yarı Hightower olmak, Aegon'un lanetinin asıl başlangıydı ve sonu olmaması için yapması gereken şeyleri henüz idrak edecek kadar açık bir zihne sahip değildi. Demir Taht'ın ne kadar rahatsız olduğuna dair kendi kendine bir şeyler gevelerken, koltuğu sevdiğini de kabul etmişti aslında bir yandan. Demir yığınına oturuş şeklini seçmişti. Bir elinin altında Blackfyre'ı tutuyor, diğer elinde de boş kalmasını hiç sevmediği şarap kadehini sallayıp hükümdar ilan edilmesinin ilk günleri adına kutlama yapıyordu sanki. Biraz laubali, biraz kibirliydi. Bacak bacak üstüne atmıştı. Başındaki yakut taşlar ile süslü tacı, çenesine kadar uzanmış gümüş rengi saçlarına çok yakışmıştı. Taze kralın yüzü solgundu. Ama keyfi için aynı şeyi söyleyemezdi. Önünde eğilen acizler onu çok eğlendiriyordu.
Akşamın karanlığı başkentin üzerine çöktüğü sıralarda, Büyük Salon'daydı hükümdar ve onun mimarları. Demir Taht'ında oturan Kral Aegon, Ejderha Kayası'ndan dönen ve olan biteni ona iletirken gözlerinde yoğun bir endişe taşıyan Üstad Orwyle'ı dinlemekteydi. Ya da dinlemeye çalışıyordu. Orwyle, dört askerin Kızıl Prenses tarafından diri diri yakıldığını anlatırken; kralın pek umrunda değilmiş gibiydi. Şarabı bittiği için sıkıntıyla nefesini üflüyor, adam sesini kessin diye bekliyordu.
"İlk önce çığlıklarını duydum, kralım. Arkamı döndüğümde ise dört askerin yandığına şahitlik ettim." dedi Üstad Orwyle. Gri cübbesini gemi yolculuğu boyunca silkelemiş olsa da hâlâ dört askerin külleri uçuşuyordu her adım attığında. Dehşet, gözlerindeydi. Kızıl Prenses'in sıcak etkisini kralın evine kadar beraberinde getirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Red Targaryen ☾ Daemon Targaryen
FanfictionKral Viserys I. tarafından küçük yaşta himaye altına alınan ve Rhaenyra Targaryen'in gözünde bir abla gibi büyüyen Mhyris Silverarmor, uzun kızıl saçları ve büyüleyici görünüşü ile Westeros'un en güzel kadınlarından biridir. Ancak on yedi yaşında ol...