Gökyüzündeki küller bir dosta aitti.
Hüzünle, rüzgara karışıyorlardı.
Göz alıcı ateşten geriye kalan tek şey bu olurdu, küller. Tanrılar tarafından üflenmiş bir ruh, binlerce anıya sahip bir zihin, kadim bir beden ve asil bir kanın koruyucusu seçilmenin verdiği o kutsal sorumluluk en sonunda küle dönüşürdü. Hayat denilen ve ölümün başlangıcı olan macerada herkesin bir görevi vardı. Bazılarının sorumluluğu erken biterdi. İnsan gafil avlanabilirdi ya da bir ejderha gövdesini siper edip acımasız gözlerinden yaşlar dökebilir, merhametsiz kalbindeki sadakati son nefesine kadar koruyabilirdi. Gerçek dostlarımızın ruhu bizi asla terk etmez derdi bilgeler. Haklı olduklarını, yüzü göğe dönüp rüzgarın içinde onlardan birer parça hisseden herkes bilirdi.
Daima orada bir yerdelerdi.
Jacaerys buna inanmak istiyordu.
Ölümle savaş verdiği sessiz kavganın sonrasında gözlerini açmak ona yine ayağa kalkma gücü verir, savaşarak yeniden doğar ve annesi adına diyarı korumaya devam eder sanmıştı. Yara aldığı sırtındaki korkunç acı onu pes ettiremez, Vermax'ın sırtına bu yaralı hâliyle tırmanarak güçlü bir prensin göstereceği cesareti tekrar sergileme fırsatı bulur diye düşünmüştü. Öyle derin bir uykudan kalkmıştı ki, yeni doğmuş gibiydi. Tekmeleyen bebekler kadar keçi inadına düşmüştü. Annesi kalkmasına izin vermese bile yatağını terk etmek için heveslenmişti. Dediği tek şey; Vermax idi. Ejderhasının nasıl olduğunu merak ediyordu. Ona bakan korkmuş gözlere tebessüm ediyor, iyi olduğunu söylemekten kaçınmıyordu.
Sonra gerçeği ona annesi açıklamıştı.
Prensin artık bir ejderhası yoktu.
Gün ışığının en parlak olduğu saatte Ejderha Kayası'ndaki durgunluğun sebebi de bu olmuştu. Güçlü prensin suskunluğu tüm kaleye yansımıştı ve vedaların hüznü, ejderhaların adayı titreten kükremeleri ile birleşerek ne uykuyu layık kılmıştı gözlere ne de laf edilmek için kimse ağzını açmıyordu.
Ejderha için adanın sığ sularına yakın bir noktada tören düzenlenmiş, Prens Jacaerys'in yarası yüzünden Vermax'ı uğurlamak için kara kaleden kumsala kadar gelemeyeceğini düşünmüşlerdi. Fakat annesinin ve üstadın ısrarlarına rağmen Prens Jacaerys, kumsala inen yolu, nefes alırken bile canını yakan sırtına inat kardeşi Joffrey ile birlikte yürümüştü. Arkadaşının ölü yüzüne son kez dokunup onunla vedalaşmıştı. Ejderhanın yakılacağı yere binicilikte kullandığı ilk eldivenleri ve henüz bir acemiyken, yavru Vermax'ın ufak bir kısmını yaktığı eski pelerinini de ölü ejderhanın pençesinin önüne bırakıp sessizliğe gömülmüştü. Syrax'ın ateşi yavru ejderhasını yakmış, Targaryen olmak için gerek duyulan kanatlarını ve dostunu kaybeden Prens Jacaerys ise törenden bu yana tek kelime dahi etmemişti.
Çünkü olanları kabul edemiyordu.
Vermax da artık küllerden ibaretti.
Bir kraliçenin vârisi olmak, omzuna yüklenmiş ağır bir sorumluluktu ve Jacaerys Targaryen bundan kaçmaya çalışan bir çocuk hiç olmamıştı. Ama kendisini bildi bileli kanatları vardı. Kanatları olmayan Targaryen ne işe yarardı ki? Bu düşünceler onu Boğaz Savaşı'nda aldığı yaralardan daha beter bir acıya mecbur bırakmıştı ve yatağında oturduğu sıralarda, zihnini dinlemekten sağır olmuş vaziyetteydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Red Targaryen ☾ Daemon Targaryen
FanficKral Viserys I. tarafından küçük yaşta himaye altına alınan ve Rhaenyra Targaryen'in gözünde bir abla gibi büyüyen Mhyris Silverarmor, uzun kızıl saçları ve büyüleyici görünüşü ile Westeros'un en güzel kadınlarından biridir. Ancak on yedi yaşında ol...