Ateşin büyüleyici dalgaları tarafından saklanan bir tanrı, Mhyris'in duasının açtığı yolu izlemişti. Karanlıktan sinsi bir gölge gibi sıyrılmış, kadim ateşten faydalanarak Kızıl Prenses'in silüetini izleyebilmek için düşmüştü insanlarla dolu diyara. Mumların arasındaydı ve ateş huzmeleri titredikçe, Işık Tanrısı gecenin içindeki bir muhafız sayılırdı. Kadınını izliyordu. Mum fitilleri ateşe teslim oldukça, Mhyris Targaryen'den dökülen büyülü alev ona yaşamı verip nefes aldırıyordu adeta. Tanrıydı, ona ikinci hayatını verendi ancak sıradan insan gibi, yeryüzündeki yansımasına o da hayranlıkla bakıyordu.
Tanrının gözleri tıpkı altındandı.
Mhyris de onun kadar ateşten vardı.
Uyku Kalesi'nin en sessiz kulelerinden birinde, gecenin ortasındaki bir odayı aydınlatan mum ışıkları tüm kaleye güç olacak kadar yoğundu. Odanın penceresinden sanki bir fenermiş gibi parıldıyordu sıcak ışıklar. Bu odanın Prenses Rhaenys Targaryen'in kaldığı oda olduğunu herkes biliyordu ve ona kimin eşlik ettiği de bir sır değildi.
Savaşın vahşi yüzünün soğukluğunda, Rooke Rest toprakları, günlerdir aynı suskunluğun ağır hüznü altındaydı ve çıkış yolunu bulabilmek için herkesin yaptığı şey, yaralarını sarmaktı. Yeşil ordunun talan ettiği köylerdeki ölmüş insanların cesetlerini toplamak günü birçok kez gece edecek kadar uzunca vakit almış, kaybedilen ekinlerden ve hayvanlardan dolayı geri kalan halkın açlık korkusuyla baş başa kalması en kaçınılmaz yol oluvermişti. Kaledeki tahıl depolarının, taç topraklarındaki siyah sancağı ayakta tutmayı başaran tek bölgeye yeteceği meçhuldü. Bir ay hayatta kalacakları kesindi. Peki savaş aylarca sürerse? Ya da yıllarca? Ceset kokularının burunları sızlattığı lanetli günlerde, insanlar artık kendilerini ve ailelerini kurtaracak olana bağlı kalıp, savaşmaktan başka çare bulamayacak haldelerdi.
Lord Staunton; ailesini, topraklarını ve halkını yeşil ordunun ellerinden kurtardıkları için Mhyris ile Rhaenys Targaryen'e karşı minnetle doluydu. Yeşillere karşı savaşırken yaralanan Prenses Rhaenys ile ilgilenmeleri için üstadlarını görevlendirmiş, kadına ve ona refakat eden Kızıl Prenses'e en iyi odaları hazırlatıp teşekkür etmek için elinden geleni yapmıştı. Yapmaya da devam edecekti. Uyku Kalesi'nin açık arazisinde yaralı hâlde yatan Meleys'e ve onun başından ayrılmayan bronz ejderha Vermithor'a, bir tanrıya adak sunarmış gibi, ellerinde kalan keçi ve büyükbaş hayvanları veriyorlardı. İki ejderhanın varlığı Rooke Rest'e güven sağlamıştı. Halkın kendi yaralarını ve kayıplarını sararken ettikleri dualara ise Rhaenys Targaryen'in ayağa tekrar kalkması için yaktıkları mumlar eşlik ediyordu. Cesurca çarpışan prensesin hayatta kalmasını diliyorlardı.
Zira günler geçmesine rağmen, hiç olmamış kraliçe Rhaenys, gözlerini güne henüz açamamıştı.
O günlerden birinin daha sonu yakın iken, talan edilmiş köyün ışıkları yok idi. Uyku Kalesi'nden bakıldığında da içinde hayata dair her şeyi yok edilen köy bir mezarlıktan farksızdı. Mhyris, pencereden gördüğü bu manzaradan dolayı sıkıntısının üzerine bir sıkıntı daha eklerdi. Dingin bir sessizlikle ve ölüm karanlığı ile baş başa kalan köy, ejderhaların uğultuları olmasa hepten görünmez oluverecekti. Ölen yüzlerce insanın havaya karışmış çığlıklarının hâlâ dünmüş gibi kulaklarına gelmesi, Kızıl Prenses'i kasvetli bir düşünceye itiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Red Targaryen ☾ Daemon Targaryen
FanfictionKral Viserys I. tarafından küçük yaşta himaye altına alınan ve Rhaenyra Targaryen'in gözünde bir abla gibi büyüyen Mhyris Silverarmor, uzun kızıl saçları ve büyüleyici görünüşü ile Westeros'un en güzel kadınlarından biridir. Ancak on yedi yaşında ol...