Bir eliyle aldığı oğlan bedel ise, diğer eliyle verdiği oğlana karşılık da daha fazla hayat isteyebilirdi yabancı.
Siyah ya da yeşil fark etmiyordu.
Ruhun rengi olmazdı.
Mhyris sayesinde dans etmek niyetine sahipti. Ejderhalar en sevdiğiydi asla yüzleri güldürmeyen yedinci tanrının. Ateş yüzlerce yıldır pek çok insandan ruhunu çekip almış, yabancı onlardan kuleler inşa etmişti. Ölümün diyarına daha önce giden Mhyris'in gördüğünü sandığı karanlık aslında buydu; taşlar yerine kullanılan ruhların huzursuzca besledikleri o koca canavar. Ölüm, bir canavardı. Ejderhalar gibi dişleri ve ateşi yoktu; o her şeydi. Bu dünyadaki tek hakiki tanrı oydu. Zaman en güçlü olan sanılırdı ancak aslında ölüm ile zaman aynıydı. İkisi de var olanların hayatlarından çalıyordu. Mhyris, bir kere ondan kurtulmuştu. Ölümden ve zamandan sıyrılmış, kabuğunu eskiyi geride bıraktığı gibi ölümün diyarına bırakmış ve anka kuşu olarak yeniden doğmuştu. Fakat o şanslı olandı.
Bir ayrıcalığı vardı.
Işık Tanrısı, kendisini hatırlatmak ve onu görmezden gelen zavallı diyarın fâni insanlarına en güçlü tanrının kim olduğunu göstermek için; kendi nefesi ile yarattığı ve bir cadının rahminde sakladığı güzel Mhyris'e bu ayrıcalığı armağan etmişti. Ve Mhyris'e ait olan diğer her şey, aşkı ve güzel çocukları, bu yüce ayrıcalığın etkisini taşıyordu.
Maerys böyle kurtulmuştu.
Annesi ışığını kaybetmesin diye ona geri dönmeliydi ve Ejderha Kayası'na yaklaşmakta olan Seaghost'un sırtına tünemiş iki kardeş bulutları aşıyordu. Yollarının bitmesine ve yaralı prensin şifalı annesine kavuşmasına az zaman kalmıştı.
Doğan güneşin sıcaklığına kuvvetli bir rüzgar eşlik ederken, bulutlar dört bir yana dağılmaya hazırdı. Adadaki kara kalenin en büyük balkonunda oğlunu ve kızını bekleyen Mhyris Targaryen, onunla birlikte gökyüzünü izlemekte olan dostu kara kuzgunla birlikteydi. Kuzgunun gözleri kehribar renginden arınmış, tiz sesiyle, ona karşılık versin diye Seaghost'a sesleniyordu. Ejderha yakınlardaydı. Hissediyorlardı bunu. Uzaklarda bir yerde ama evine gelen yoldaydı. Biri gece kadar siyah, diğeri güneş kadar yakıcı iki çift gözün itina ile en uzağa bakmaya çalışması da bu yüzdendi. Seaghost'u gökyüzünde bir nokta olarak dahi görseler yeterliydi. Ellerini yasladığı taş sütundan destek alarak, genç bir leydi olduğu zamanda Daemon'u beklerken heyecanlandığı gibi, çocuklarının dönüşünü de engel olamadığı heyecanıyla beklediği için neredeyse geniş balkondan sarkacak kadar öne doğru uzatmıştı gövdesini. Yüzü günler sonra ilk kez tebessümün ışığına müsaitti. Hâlâ canı yansa dahi, Maerys'in ikizi Mhyra'ya sarılırken ki bitkin mutluluğunu hissedebiliyordu.
Kalbi sıcaklıkla doldu Kızıl Prenses'in.
Gözleri ufuktan ayrılmıyordu.
Mhyris, kuzgunun tüylerini kibar bir dokunuşla okşayarak dün gece onları izlemesine yardım ettiği için teşekkür etmişti. Kuzgunun gözleriyle Maerys'i hâlâ hayatta görmek, Kızıl Prenses'in sabretmesine yardımcı oldu. Sabahın ilk ışıklarını, güneş kadar parlak bir çift gözle karşılamasının sırrı buydu. Gerisinde, yanına gitmek için henüz Mhyris'den izin almadığı için sessizce bekleyen Leydi Rhaena gibi evine geri dönecek üyeleri henüz toprağa adım atmadan görmek istiyorlardı. Mhyris onu fark edince seslendi. "Yanıma gel, Rhaena, canım." dedi genç kıza. Leydi Rhaena, balkon kapısının gölgeli ışığı altından çıktı ve birkaç adım sonra da Mhyris'in elini tutarak onunla uzağa dikti gözlerini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Red Targaryen ☾ Daemon Targaryen
FanfictionKral Viserys I. tarafından küçük yaşta himaye altına alınan ve Rhaenyra Targaryen'in gözünde bir abla gibi büyüyen Mhyris Silverarmor, uzun kızıl saçları ve büyüleyici görünüşü ile Westeros'un en güzel kadınlarından biridir. Ancak on yedi yaşında ol...