Benjamin
O yıl Vincent ben Sgovor'u imzaladıktan sonra kayboldu. Bir daha gelmedi ve o yıl içinde her şey öyle bir değişti ki yerin altı da üstü de mahvoldu. İyimser yaklaşabileceğim hiçbir şey kalmadı.
Öyle gerçek dışı geliyordu ki bu yaşananlar ben mi aklımı yitiriyordum yoksa o mu dayanamayarak benden kaçıyordu anlayamıyordum. Günlerce evden çıkmamıştım. Öyle karmaşıktı ki kafam sanki bir şeyler değişmişti ve asla eskisi gibi olmayacaktı.
Emin olduğum tek şey Vincent'e karşı içimde tek bir iyi niyet kalmadığıydı. Vincent'e karşı içimde var olan tek duygu güvensizlikti artık.
Değer miydi gerçekten?
Derin bir soluk alıp verdim. Moy hemen dibimde gerinerek geziniyordu. Elime durmadan sürtünüp kendini sevdirdiğinde buruk bir gülümsemeyle onu kucağıma aldım. Keyfi yerine gelmiş gibi mırlamaya başladı.
"Teyzemi özledim." Dedim tüylerini okşarken. "Keşke geri gelse ve beni alıp götürse buradan."
Bunu o kadar çok istiyordum ki mucizelere inanmak hiç bu kadar içten olmamıştı. Ancak gelmemek üzere gittiğinin farkındaydım ve bu hevesli bekleyiş bir mumun fırtınayla karşılaşması gibi hiç yanmamışçasına sönüyordu. İzi bile kalmıyordu ve sanki hiç var olmamış gibiydi.
Sgovor imzalamak bir anlam ifade etmiyordu aslında, bu konuda rahattım. Çünkü Pakhan'ın bana imzalattığı anlaşmada zaten her şey belliydi.
"Bu anlaşma tamamen Pakhan olarak hazırladığım bir anlaşma. Sgovor imzalasan da geçerliliği kaybolmaz. Yirmi yıl boyunca Bratva'ya ve Vincent'e hizmet ettiğin sürece istediğin zaman gitmekte özgür olacaksın. Ne burası ne de Vincent ile bir bağın kalmayacak eğer istersen."
Söylediği buydu ve bu bana yapabileceği en büyük iyilikti. O an her koşulda kendimi minnet duygusuyla zorunluluk arasında sıkıştırıp görmezden gelirken o sanki bu günleri görmüş gibi bunu teklif etmişti. Vincent o an Sgovor imzalamamı istediğinde kolayca imzalamamın sebebi buydu.
Yirmi yıl boyunca hizmet ettiğim sürece istediğim zaman ayrılabilirdim buradan. Bana yetecek kadar birikimim de olmuş olacaktı ve böylece endişe etmemi sağlayacak hiçbir şey olmayacaktı.
"Üç yıl Pakhan ile geçti. Vincent'in yanındaysa dördüncü yıla girdik. Çoktan yedi yıl geçti bile. On üç yıl daha dişimi sıkarsam bir daha asla bu tür şeylere katlanmak zorunda kalmam."
Moy miyavlayarak karşılık verdiğinde içimde yer alan hüzün bu bilgiyle dağıldı. Birazcık da olsa mutlu hissettim ve bu o kadar iyi geldi ki incecik dala sıkı sıkı tutundum.
Vincent'in yaptığı işkence ara ara rüyalarıma girse de üzerinden neredeyse dokuz ay geçtiğinden taze değildi. Hatta ilk aylardaki gibi etlere dokunmaya çekinmiyordum ve rahatsız olmadan yiyebiliyordum. İşlerimi yapmaya dönmem bir ayımı almıştı ama rutine dönebilmiştim.
Bu süreçte hiç kutlayamadığım doğum günüm de sıradan bir günmüş gibi geçip gitmişti.
Yirmi iki yaşına girmiştim. Bu esnada kendimi daha da fazla spora zorladığımdan vücudum şekle girmişti. Yakın dövüşte çok iyiydim artık. Silah kullanmada beceriksiz olduğumu kabullenmiştim. Yeni ülke mutfaklarından ufak tefek şeyler denemeye başlamıştım. Gittikçe sağlıklı bir bedenim oluyordu ve yeteneklerim gelişiyordu ama zihnim hala zayıftı. Vincent ile olan her sağlıksız olay peşimi bırakmıyordu. Ona karşı o kadar kayıtsızdım ki her şey hiç olmamış gibi davranıyordum.
Gelen arama sesiyle Moy ve ben irkilerek telefonuma döndük. Moy korkmuş ve rahatsız olmuş gibi kucağımdan atlayıp yatağımda uyumaya gitmişti. Kucağımdaki tüylerini silmeye çalışırken diğer elimle telefonuma uzandım.
Arayan Pakhan'dı.
İstemsiz bir ciddiyetle omurgamı dikleştirerek aramayı yanıtladım.
"Benjamin, müsait misin?" Diye sorduğunda görmese de kafamı salladım.
"Evet, bir şeye mi ihtiyacınız var?"
"Evet, bir yardımcı seçtim. Tıpkı senin gibi bu işlerde ilk. Onunla konuşur musun?"
"Tabii, geliyorum hemen." Telefon kapandıktan sonra ayaklanıp ceketimi giyerek evden çıktım.
Vincent aylarca ortalıktan kaybolduğundan yapacak işlerim bitince çok vaktim kalıyordu ve canım sıkılıyordu. Her ne kadar bu yeni yardımcıyı kıskansam da elbette ona yardım edecektim.
Pakhan'a yardımcılık yapacak olmanın onuru pahabiçilemezdi.
"Nerede?" Kapının girişinde sigara içen Lev'e sorduğumda dumanı üfleyip gözlerini kıstı.
"Yardımcı'yı soruyorsan ilk katta, soldaki üçüncü odada. Vincent'i soruyorsan Pakhan'ın yanında."
Sözleri üzerine duraksadım. Yeni yıla gireli bir ay olmuştu ve hala kış ayındaydık. Vincent'in ortalıktan tamamen kaybolduğu mevsimde Pakhan'ın yanında olması garipti. Ancak asıl garip olan onu aylar sonra görecek olmanın bana hissettireceği şeydi ki bunu ben bile daha bilmiyordum.
"Gideyim ben." Dikildiğim ve tereddüt ettiğim için konuşacak gibi olan Lev'i atlatarak içeri girdim. Girişte gezinenleri gözardı ederek Lev'in tarif ettiği odanın önüne ilerledim.
Kapıyı üç kere çaldığımda geleceğimi ve müsait olup olmadığını anlamak istemiştim ancak ses gelmedi. Saniyeler sonra kapı odadaki kişi tarafından açıldı.
Ve birbirine yabancı olan insanların yaptığı ilk şey yaptık, birbirimizi süzüp hakkımızda tahminlerde bulunduk.
Karşımdaki kişi benden beş santim kısa, siyah saçlı, koyu yeşil gözlü bir adamdı. Yüz yapısı tatlı denebilirdi ki bu da onun daha genç olduğu anlamına gelirdi ancak benden belki iki ya da üç yaş küçük olacak kadardı. Bakışları ürkekti ancak analiz ettiğini anlayabiliyordum. Ezik bir görüntüsü yoktu aksine omuzları dik ve yüzü ifadesizdi.
"Benjamin Volkov." Diyerek elimi uzattım.
"Çınar Ayvaz." Elimi sıkarak karşılık verdi.
Rus melezi değildi. Belli ki tamamen Türk'tü. Bu Bratva sistemini anlaması için bir zorluk olabilirdi ancak kavraması zor olmayacak gibiydi. Disiplinli birisi olduğunu tahmin ediyordum. Kıyafetindeki düzen, hareketlerindeki nizamilik bunu düşündürüyordu. İlkokulda en ön sırada oturup her dersten yüksek not alan ama kimseyle muhattap olmayan çocuk gibiydi.
Önünden çekilip içeri girdiğimde o da kapıyı kapatarak peşimden geldi. Oturmak için iki kanepe, iki sandalye, otomat ve pencere önüne konmuş kahve makinesiyle bardaklar ve kahveler vardı. Her oda bu şekilde dekore edildiğinden alışıktım.
"Çay burada yok. Kahve içer misin?" O oturduğunde ben kahve makinesine yönelmiştim.
"Gerek yok, zahmet olmasın." Sesinde hafif mahçup bir ton vardı ama temkinliydi de.
Kendime espresso aldığımda ona da Türk kahvesi koydum. Lev bu kahveyi çok seviyordu ve özellikle her yere koydurttuyordu çünkü her an her yerde işi çıkabiliyordu. İçindeki tanecikler beni rahatsız ettiğinden pek tercih etmiyordum.
Kendi kahvemi ve onunkini alıp sehpaya bıraktığımda otomattan su alıp sonunda tekli koltuğa oturdum. Teşekkür ederken gülümsüyordu.
"Buraya nasıl geldin?" Diye sordum merak ederek. Hikayenin en başından anlatsa iyi olurdu.
Onu süzerken iyi biri olduğunu düşünüyordum.
Uzun yıllardan sonra tek ve gerçek dostum olacağını o zamanlar bilmiyordum tabii.
Huhuu
CINAR GELDIIIII AUUUUUUUU🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
kusura bakmayın biraz heuecanlandim