Vincent
Gelmesine yarım saat kalmıştı.
"Neden beni evden göndermeye bu kadar isteklisin?" Denis'in kırgın ve sorgulayıcı ifadesini umursamadım.
"Benjamin gelecek." Dedim kısaca. "Seni görmekten hoşlanmıyor."
Yüzünde alıngan bir ifade belirdi.
"Aylardır sana bakıyorum ve sen bir kez bile teşekkür etmiyorsun, beni önemsemiyorsun. Ama onun için beni evden mi gönderiyorsun?" Delirecekmiş gibi göründüğünde sinirle ona baktım.
"O ve sen bir değilsiniz." Bir şey diyecek gibi olduysa da vazgeçti. Birkaç eşya alıp evden çıktığında nihayet yalnız kalabilmiştim.
Durumum iyiydi. Benjamin hazırlattığı yemek listesi ve dinlenme saatleri canımı sıksa da etkisi görülüyordu.
Gözlerim durmadan saat ve kapı arasında gidip geliyordu. Erken gelmesini çok istesem de dakik olduğunu ve benden kaçtığını düşünürsek muhtemelen erken gelmesi mümkün değildi.
"Küçük fare..." iç çekerek parmaklarımı koltuğun kol kısmına ritimle vurdum. "Bana ne yaptın sen?"
Fısıltı sessizlik ve benim sırrımmış gibi kaybolup gitti.
Gözlerim tekrar saate kaydığında on beş dakika olduğunu gördüm. Daha fazla oturamayacağımı fark ettiğimde yerimden kalkarak mutfağa ilerledim. Bir şeyler yapmak konusunda beceriksizin tekiydim ama az alkollü bir kokteyl yapabilirdim değil mi?
Benjamin klasik bir Rus gibi kvass içmiyordu. Kahve içmeyi çok seviyordu.
Ona white russian yapabilirdim. Tadını çıkararak içmek isteyeceğinden emindim. Alkol kokteylleri genellikle ben ve Mikhail'in alanıydı, Benjamin yemek yapmayı daha çok seviyordu. Bu kokteyli daha önce yaptığını düşünmüyordum.
Buzları kalıplarından çıkarıp bardaklara yöneldiğimde gözüme büyük gelen bardakları aldım. Böylece içmesi gereken süre uzamış olurdu, daha çok kalırdı yanımda.
Gelmesine beş dakika kaldığını gördüğümde hızlı davranmaya başladım.
Bardaklara önce buzları doldurdum. Ölçülü kahve likörü ve votka ekledim. Onun bardağında votka az kahve bir tık fazlaydı. En sonunda üzerlerine krema döktüğümde hazırdı ve kapı tam zamanında çalmıştı.
İçimi sıkıştıran heyecanı belli etmemeye çalışarak kapıyı açtım.
Gözlerim açlıkla bir farklılık aradı. Bende olduğu gibi bir rahatsızlık, özlem, kavuşma emaresi arıyordum. Ama bir duygu belirtisi bile yoktu. Saçları ortadan ikiye ayrılmış, her zamanki gibi şekil verilmişti. Aynı boydalardı, gözleri hala gün doğumunu hatırlatıyordu. Yüzü hala kusursuzdu ve gövdesinde bir zayıflama belirtisi yoktu.
Tek fark gözlerinin etrafındaki mor halkalardı ama çirkinlik kattığını söyleyemezdim. Her kusur ondan kusursuzlaşıyordu.
"Küçük fare." Diye selamladım onu. Baş selamlı vererek içeri girdiğinde kapıyı kapatarak arkasından takip ettim.
O ceketini çıkarıp koltuğa otururken ben mutfaktan bardakları getirip onunkini önüne bıraktım.
"İyi görünüyorsun." Dedi beni süzerken. "Doktor tedavilere uyduğunu söyledi."
Elimdeki kokteylden bir yudum almadan önce, "Zorlandım ama hemen toparlamamı sağlayacağını biliyordum."
Gelen ilk tat kremaydı ama biraz azalınca ona karışan votka ve hemen sonra damakta kalan kahveyi hayal edebiliyordum.