Benjamin
Pakhan geri döndüğünde Çınar uyuyordu hâlâ. Daha sakin olan görüntüsüne bakılırsa Andrei belasını bulmuştu.
"Nasıl?" Diye sorduğunda doktorun sözlerini tekrar etmek üzere aralandı dudaklarım.
"Herhangi bir aksilik yokmuş, dikişler kendi kendine eriyeceği için aldırmaya gerek yokmuş, ilk bir hafta pansuman her gün değiştirilecek sonra iki günde bire düşürülecekmiş."
Sözlerimle aynı anda gözlerinde bir rahatlama belirdi. Gözleri camın arkasındaki bedeni bulduğunda ben de ona döndüm.
"Çok korktum, Benjamin." Dedi dürüstçe. "Bir şey olacak sandım."
"Olmadı, olmayacak." Sesim bunun gerçek bir bilgi olduğunu belirtiyordu.
"Artık bazı konularda dirayetimi kaybediyorum." Dediğinde ona döndüm. "Onu kaybetmek istemiyorum."
Sözlerin altındaki anlamı biliyordum. Aynısını Vincent'e karşı hissederken hele benden daha iyi kimse anlayamazdı.
"O halde onu götürün." Dedim ona bakarken. Bakışları bana döndü anlamayarak.
"Andrei'nin başına gelen şeyleri az buçuk tahmin edebiliyorum. Muhtemelen Sergei bir plan için sessiz duracaktır. Bu yüzden şimdilik rahatız denebilir.
Çınar'ı götürün, en güvenli yere, evinize. Biz kalan işlerle ilgilenirken size tahmini iki hafta kazandırabilirim."
Sözlerim mavi gözlerinde bir parıltıya sebep olduğunda gülümsedim.
"Hiçbir şeyi kaybetmek zorunda değilsiniz." Dedim onu ikna etmek ister gibi. "Biz sizin için varız, Çınar ile olan ilişkiniz sadece sizi ilgilendirir ve bu ilişkiyi bir adım öteye taşımak sizin kararınız. Biz sadece buna uyarız."
Bakışlarında beliren inanç ve umut buruk hissettirdi. Pakhan her şeyi göze alıyordu Çınar icin.
Acaba Vincent benim için iyileşmeyi göze alacak mıydı?
Aşk için her zaman fedakarlık gerekiyordu, bunu bizzat görüyordum, okuyordum ve biliyordum. Bu fedakarlık bir çeşit düğümdü aslında, çift birbirine daha sıkı bağlanıyordu.
Ancak bizim gevşek ilişkimiz bu sıkı olma durumuna asla yaklaşmıyordu.
"Onu götüreyim o hâlde." Dediğinde onu onayladım.
"Vincent ile nasıl gidiyor?" Sorusu beklenmedikti, kalbimin birden sakinliğini kaybettiğini hissettim.
"Normal." Diyebildim sadece. Pakhan'ın karşısında rahat olamadığım için istemsizce kısa tutuyordum cümleleri.
"Hastalığı ilerliyor mu?" Sorusuyla duraksadım.
Pek çok şey söylemek istedim, hayır o kelimenin tam anlamıyla kaçıyor. Görmezden gelirse, hiçbir şey olmamış gibi yaparsa hallolur sanıyor ama olmuyor. Artık yorucu geliyor, ölümü teğet geçerken ona yaşaması gereken hayatı hatırlatmak ama onun bunu duymaması, anlatıp durmak ama onun için bir anlam ifade etmediğini görmek fazla yorucu. Biraz çaba gösterebilse üstesinden geliriz ama o yapmıyor. Ve ben bir yere kadar tolere edebiliyorum onu. Aramızda bir sevgi çekimi olduğu bariz ve hatta o bunu göstermek konusunda epey cesur ama bu kadar, buradan öteye gidemiyoruz ve onun görmezden geldikleri benim canımı acıtıyor.
Hiçbirini söyleyememek kafayı yememe sebep oluyordu artık. Vincent'e oturup derdimi anlatmak fayda etmiyordu. Dinliyordu, önemsiyormuş gibi yapıyordu ama çaba göstermiyordu. Onu açıkça beklediğimi bilmesine rağmen olduğu yerden bir adım atmıyordu.