Benjamin
Vincent operasyona gittiği an aldığım haberle ne yapacağımı bilememiştim.
Zaten operasyona gidemediğim için endişeliyken bir de üzerine Çınar'ın bıçaklandığı haberini almıştım. Endişe bir duman gibi içimi kaplamış nefes almamı zorlaştırmıştı.
Kafeye gelirken bile aklımdaki her şey öylesine bulanıktı olan biteni beynim algılayamıyordu sanki. Üzerimizdeki kara bulutlar bizi rahat bırakmıyordu. Herkesin bu denli ölümle burun buruna geliyor olması artık psikolojimizi alt üst etmişti. Ölmemek için savaşmamıza rağmen ölüm en çok bize uğruyordu.
Çınar'ın iyi olması için aralıksız dualar ediyordum. Sadece yaralandığını söylemişti Pakhan bu yüzden durumu hakkında net bir bilgim yoktu.
"Lütfen iyi ol." Diye mırıldandım tekrar ve tekrar. "Arkadaşımı kaybedemem."
Apar topar içeri koştuğumda tesadüf eseri Pakhan ile denk düşmüştük.
"Pakhan!" Seslenişimle durmadı ki benim de adımlarım arayı kapatırken onun durmasını beklemedi.
Yüzünde nadiren görülen endişe parıltıları varken ikimiz de göreceğimiz manzara karşısında kendimizi hazırlamaya çalışıyorduk.
"Hastayı alalım sedyeye." Birinin bağırışını duyduk, aynı saniye birileri etrafında toplandı Çınar'ın. Onu bir yere yatırıp alttan ayaklarını çıkardılar. Kapıda dikildiğimiz için yollarından çekilmek adına geri adım attım ama Pakhan farkında değildi bu yüzden onu kolundan tutup çekmek zorunda kaldım.
Geriye çekilse de bir görevliyi kolundan tutarak kendine çevirdi.
"Durumu nasıl?" Öğrenmek için çırpındığımız şeyi duymak isteyip istememek arasındaydık. Durumu kötüyse bu bizi daha da mahvedecekti çünkü.
"Biraz kan kaybetmiş ama durumu iyi. Elindeki kesik derin, dikiş atılması gerek." Sözler beni rahatlattı ancak zihnimde gömülü anılar gün yüzüne çıktı.
Bıçakla yaralanma konusunda yaşadığım o travmatik anının bir benzeri sevdiğim insanın başına gelmişti. Hüzün, korku ve endişe içinde kalakaldım. Vücudumdaki tüm o yaralar aynı anda sızladı sanki.
Umarım Çınar benden daha hızlı iyileşirdi, güzel rüyalar görürdü ve uyandığında Pakhan ona destek olurdu.
Bunun etkisini pek unutabileceğini sanmıyordum.
Bilgilendirmeden hemen sonra görevli diğerlerini takip ettiğinde biz de peşinden ilerledik. Çınar'a kendini yalnız hissettirmeyecektik.
Pakhan'ın rengi atmış yüzüne baktığımda istemsizce dudaklarımı birbirine bastırdım mahçup bir edayla. Yeterince iyi kontrol etseydim çalışanları belki de bu durum hiç yaşanmamış olacaktı.
Sessizce kafeden çıksakta arabaya ilerlediğimizde sürmek konusunda ısrar ettim çünkü Pakhan pek iyi görünmüyordu ama kabul etmedi. Çoktan direksiyon başına geçtiğinde yapabildiğim tek şey yanına oturmak ve onu rahatlatmaya çalışmaktı.
"Çınar güçlü biri bir sey olmayacak. Karnından yaralanmış yalnızca hayati organları sağlam. Bıçağa baktım, av bıçakları değil tipik basit bir çakı. Birkaç dikişle kurtulacak merak etmeyin."
Sözlerimin hepsi doğruydu ancak ona tam olarak iyi geldiği söylenemezdi. Onu bizzat uyanık görmeden iyi olduğuna inanmayacağını biliyordum ki aynısı benim için de geçerliydi.
Yol boyu ikimiz de ambulanstan gözümüzü ayırmadık. Zihnimdeki korku öylesine yoğundu ki her şeyin bu denli üst üste gelmesi hayatın ne kadar kısa olduğunu hatırlatıyordu sanki.