Vincent
Cennette hissediyordum ama cennet elime alnını yaslamış uyukluyordu.
Kafamın içindeki karanlığı ansızın parlayan bir güneş misali aydınlatıyordu. Bal rengi gözleri birer güneş gibi dünyama sızıyordu, aydınlatıyordu her bir yanımı.
Ona baktıkça, onu gördükçe sadece yanında olma ihtiyacı hissediyordum. Bir insanın yanında durmak nasıl bana böyle hissettirebilirdi?
Aşk değildi bu ondan kat kat büyüktü, yüceydi. Diz çöküp defa defa ağlamak istiyordum bu hisse, şükürler etmek ve hatta Benjamin'in ayaklarını öpmek; kendini benim yanıma getirme lütfunda bulunduğu için ağlamak istiyordum.
İçimde durmadan fısıldayan ses onu öylesine bir açlıkla çağırıyordu ki yanına Benjamin bunu duyabilseydi, eğer duyabilseydi...
"Uyanmışsın?" Gözlerini kırpıştırmasını izledim, kafasını elimden kaldırıp boynuma düşmüş elini hissettim. Ama onu kaldırıp uzaklaştırdı. Keşke yapmasaydı.
"Aç mısın? Canın acıyor mu?" Diye sordu beni izlerken.
"Artık acımıyor." Çünkü senin bir bakışınla bile iyileşiyor tüm yaralarım, Tanrım.
"Ne güzel, bekle geliyorum." Sözlerine tepki vermemi beklemeden uzaklaşıp bir yerlere gitti.
Çıplak üstümü yeni fark ediyordum, kolumdaki sargıyı da öyle. Benjamin yine iyileştirmişti beni ben farkında bile olmadan.
Doğrulurken etrafıma baktığımda bulunduğum yerin tanıdıklık hissiyle sarsıldım.
Benjamin'i öptüğüm koltuktaydım.
İçimi kaplayan duyguların yoğunluğuyla nefesim kesildi. Sanki mümkünmüş gibi anılar taptaze bir şekilde gözümün önünde belirdi. Dudaklarının hissiyatı, teninin teması ve kokusu öylesine büyüleyiciydi ki unutmam mümkün değildi. Benjamin bir sis gibi zihnimin içini tamamen kaplamıştı ve canavarlarla karanlık artık korkutmuyordu beni.
"Küveti hazırladım," dedi içeri girerken. "Kendi kıyafetlerimden ayarladım, banyodalar."
Yanıma yaklaşarak konuştuğunda bana üstten bakıyordu. "Yardım ister misin?"
"Hayır, gerek yok." Dedim, terlediğimi hissediyordum. Uzun zamandır duş alamadığımdan -görev gereği neredeyse aylarca- kan, toprak, ter kokusuyla kaplı kalmıştım.
Yerimden doğrulup ayağa kalkarken endişeyle uzanacak gibi olsa da ayakta durabildiğimi görünce bir şey demedi ve yapmadı. Ben banyosuna gidene kadar arkamdan baktığını hissettim.
Görüş açıma giren kapıyı aralayıp içeri girdiğimde sade, beyaz ve siyahla kaplanmış büyük bir banyo karşıladı beni. Küvetin içi doluydu, banyo toplarından gül kokulu olanı seçmişti anlaşılan çünkü banyo tamamen gül kokuyordu.
Huzur vericiydi.
Altımdaki pantolonu, iç çamaşırını ve çorapları çıkarıp koluma dikkat ederek suyun içine girdim. Başımı geriye yasladığımda suyu kirlettiğim kadar onun beni temizlediğini hissediyordum.
Benjamin'in evinde, onun banyosunda huzur buluyordum.
On bir yıl önce tam da böyle bir anda tanışmıştık yüz yüze. Ben yine küvetteydim, operasyon sonrası biraz içip o halde girmiştim küvete.
Yaşamımı düşünmüştüm, sorguluyordum bir şeyleri. Tanrı var mı? Annem kardeşim için hayatını feda ederken beni kolayca bırakmasının sebebi neydi? Babam neden bana sarılmamıştı? O öldüğünde, cesedine sıkıca sarılırken huzurlu hissetmiştim ama o toprağın altına girdiğinde rüyalarıma bir canavar olarak girmeye başlamıştı. Babamın hayaleti benden neden nefret ediyordu? Neden annem rüyalarımdan çıkmazken artık uğramıyordu bile? Benjamin beni gerçekten affedebilir miydi?