Canolar kurguda Vincent ile Benjamin sahnelerinin az olduğunu biliyorum ama kurgu akışı slow burning bunu unutmayın lütfen.
Koca 12 yıl geçmiş aralarında ve biz henüz 4. Yıldayız. Yardımcı'da olan son hallerine yakındı burada ise en başından aldık. Size aralık uzun gelebilir ama inanın kurgu bittiğinde ve final olup da baştan okuduğunuzda her şeyin tadında ilerlediğini göreceksiniz.
Yardımcı daki Vinmin'i unutun tamam mı? Yeni bir kitap okuyormuş gibi davranın. Daha o sahnelerin gelmesine 8 yıl var.
İyi okumalar
×
Benjamin
Çınar elindeki küçük bavulla beni takip ettiğinde kapıyı açıp içeri girerek ona kapıyı tuttum. Başta utangaç bir ifadeyle içeri girse de meraklı yeşilleri etrafı hızla izlemeye başladığında gülümsedim.
"Seni odana götüreyim." Diyerek yürümeye başladığımda beni takip ediyordu.
"Moy'a dikkat et, her an ayak altında dolanabilir." Uyarımla anlamayarak bana döndü.
"Moy?" Diye sorarcasına konuştu.
"Kedim, yabancıları sevmez pek."
Kafasını anladığını belli edercesine sallarken önümdeki kapıyı açarak geçmesi için geriye çekildim.
"Çarşafların hepsi yeni. İlk misafirim olduğun için buradaki her şeyi ilk kez sen kullanacaksın." Gözleri dolabı, pencereyi, yatağı süzerken bilgilendirmeye devam ettim. "Dolabın solunda pijamalar var, istediğini giyebilirsin. Sağında bazı kıyafetler var ama sana bol gelebilir, yarın alışveriş yaparız istersen. Banyodaki havlular temiz, bornoz da yeni. İstediğini içerideki çekmecelerden ya da dolaptan bulabilirsin."
Gözlerindeki minnet parıltıları bana tanıdık gelirken teşekkür etmesini engellemek için hızla konuştum. "Yorgunsan dinlen, ben yemek hazırlayacağım acıktım. Açsan üzerine rahat bir şeyler giyip gel."
Başını onaylar gibi sallarken, "Üzerimi değiştirip gelirim." Diye bilgilendirme yaptı. Onu onaylayarak odadan çıkıp kapıyı arkamdan kapattım.
Koridordan geçip üzerimdeki ceketi çıkarırken evde biri olduğu gerçeği içimi garip duygularla dürtüyordu. Yalnız kaldığım onca seneden sonra bulunduğum odanın perdeleri açılmış gibiydi. Artık sadece karanlık yoktu ve başka şeylerde vardı ancak içimdeki heyecanı dizginlemek zorundaydım. Çınar kalıcı mıydi belli değildi, sonsuza dek benimle kalacak da değildi. Hevesle girdiğim iş sonra başıma fena patlarsa toparlanır mıydım bilmiyordum.
Ceketimi astıktan sonra kolladımı sıvayarak mutfağa ilerledim. Kahvaltıyı kahveyle geçiştirmiştik bu yüzden öğle yemeğini bir öğün olarak hazırlamam gerekiyordu. Hoş midem hislerimin karmaşıklığı içinde açlık hissetmiyordu pek ama yanma hissi rahatsız ediciydi.
Dolaptan çıkardığım marine edilmiş köfte harcını şekillendirmek için elimi ıslatırken düşüncelerimin yönü hiç umulmadık birine kaydı. Koyu mavi gözlerin onu gördüğümden beri beni yalnız bırakmaması canımı sıkıyordu. Vincent'i aylar sonra ilk görüşümdü ve canımı sıkan şey ondaki değişiklikti. Ben nasıl spora, sağlıklı yaşama yönelip unutmaya çalışsam da sanki o tam tersimi yapmıştı. Yüzü zayıflamıştı, iri gövdesi yerli yerindeydi ancak göz çukurları belirginleşmişti. Mavi gözlerinin içi kanlanmıştı, mor halkalar uyku düzensizliğini haykırıyordu adeta. Durgundu, zayıflamıştı, kaybolmuş gibi görünüyordu.
Ona acımaktan nefret ediyordum. Ondaki bu değişliğin beni düşündürmesinden de nefret ediyordum. Neden benimle görüşmediğini düşünmekten de nefret ediyordum.
Onu gördüğümde öfkemin sebebinin yaşananlar olacağını düşünsem de aslında öfkemin sebebi bambaşkaydı. Yaşanan olayları konuşması, anlaşması gereken kişi benken bana gelmemişti. Ondan bir haberdim ve bu durum gram hoşuma gitmiyordu. Yaptığının sebebini araştırıp durmuştum. Hastalığının şiddeti sandığımdan daha fazlaydı ve bu durum onu tedavi edilme düşüncesini ona empoze etmemi söylüyordu. Ancak Pakhan'ın bile yapamadığı şeyi ben nasıl yapabilirdim ki? Aylarca benden kaçıyordu, gitmeyeceğimi söylesem de bana güvenmiyordu, beni dinlemiyordu bile.
"Benjamin?"duyduğum sesle gözlerim hızla önüme kaydığında Çınar'ı gördüm.
"Seslendim ama duymadın." Diye açıkladığında kafamı onaylar gibi salladım. "Dalgınım biraz."
Çoktan bitirdiğim dört köfteyi köşeye koyup tavaya yağ dökerek ocağa aldım.
"Kendi tarifim olan hamburger." Diye açıkladım köftelere bakan bedene. "Merak etme domuz yemiyorum."
Bakışları bana döndüğünde çok hafif bir tebessümle bakıp önüme döndüm. Kendim için düşündüğüm bir tarif olduğundan ekmekleri hazırlamıştım, neyseki fazladan yapmak istemiştim. Böylece Çınar'ın da benim de karnım doyacaktı.
"Yardım lazım mı?" Diye sorarken tezgahın diğer tarafına gelmeye çalışsa da onu engelledim. "Gerek yok, sen geç otur. Ne bilmek istiyorsan sorabilirsin."
Kararsız kalmış olsa da sözümü dinlemeyi tercih ederek yerinde durup sandalyeye oturdu. Kızmış yağa köfteleri koyarken sessiz kaldı. Konuşarak işimi bölmemi istememişti anlaşılan. Köfteleri bırakıp ekmekleri yerlerinden çıkarırken ayrı bir tavada tereyağı eritip ekmekleri ortadan ikiye yararak tavaya bastırdım.
"Mutlu musun?" Diye sorduğunda tam olarak neyi kast ettiğini anlayamasam da işi kast ettiğini fark ederek düşündüm.
"Dürüst mü olayım yoksa duymak istediğini mi dinlemek istersin?" Diye sorarken gözlerim kısa bir an ona kaydı. Hemen sonra dolaptan marul, domates ve turşu çıkarmak için arkamı döndüm.
"Dürüst ol." Dediğinde samimi olduğu belliydi. Gerçekten merak ettiği açıktı ve ben de yalan söylemeyecektim.
Malzemeleri doğrarken cevapladım, "Biraz zor, günlerce uyuyamayabilirsin, kan görmek artık sıradan bir durum olacak ve bazen azarlanabilirsin. Eski hayatını özlersin ama geri dönemezsin. Önünde olan tek seçeneği değerlendirmek zorunda kalırsın.
Ama bir yandan da hoş bir iş. Bratva görebileceğin en sinsi piyasa. Hayatın karanlık tarafı. Buraya alışırsan, itibar kazanırsan hayatınin kalanında rahat edersin çünkü en kötüsünü atlattın demektir bu. Parası da iyi, birkac yılda alacağın para ömrü hayatın boyunca çalışsan yine de toplayamayacağın bir miktar. Üstelik ev, araba, kişisel ihtiyaçların dışında paradan bahsediyorum onlar zaten Bratva'nın işi."
Şaşkınlıkla baktı Çınar bana. Pişen köfteleri çevirip tabağa alırken bıyık altından güldüm. Bu kadar lüks bir yaşam beklemiyordu anlaşılan.
"Paradan daha önemli şeyler var felsefesi yapmayacak mısın?" Malzemeleri ekmeğin içine dizerken sorduğunda istemsizce güldüm.
"Hayatın gerçekleri, paran yoksa hiçsin varsa işte o zaman ruhunun eksiklerine odaklanabilirsin. Parasızlığın hiç olduğuna inanmam ben. Sadece parayı kullanamayan aptallar vardır o kadar. Para herkesi mutlu eder."
Sözlerime gülümsediğinde önüne ittiğim iki hamburgere baktı. Yanına içmesi için kola verdiğimde karşılıklı oturup yemeye başladık.
Aslında ilk kez yediğim bir yemek değildi. Tarifi bulduğumdan beri üç kez yapmıştım ama o an sanki daha bir lezzetliydi. Gerçekten hayat yalnızken tatsızdı.
Buradan Türk Telekom'un amına koyayım,
Sevgiler
Insta: Fromthemonlight