Benjamin
Etraftaki insanların sesleri canlıydı. Herkes kendi dilini konuşmanın getirdiği özgürlüğün tadını çıkarıyordu. Her şey olması gerektiği gibi ilerliyor sorunlar sanki on mil ötedeymiş gibi davranıyorduk.
Gözlerim etraftaki tanıdık yüzlerin üzerinde gezindi. Çınar gelmemişti, Lev köşede telefonla konuşuyor, Viktor atıştırmalıkları ağzına tıkıştırıyor, Pakhan elindeki kadehle etrafı süzerken dalgın görünüyordu.
Hemen yanımda oturan Vincent ise açıkça beni izliyordu. Geldiğim andan beri aralıksız bana bakıyordu. Şaşırdığını görebiliyordum, beni beklemiyordu ancak en az onun kadar ben de şaşkındım. Çünkü o hiç gelmemişti bu tip davetlere. Evden nihayet kendi başıma ayrılacak duruma geldiğimde kendimi göstereceğim ilk yerin burası olması gerektiğini düşünmüştüm. Vincent ile görüşecek olmak fazlasıyla şaşırtıcıydı.
"İyileşmişsin." Duyduğum sözle ona döndüm. Sesini duyurmak için bana dönmüştü biraz. Yüzümüz neredeyse dipdibe geldiğinde çekildim.
"Aylar geçti." Dedim omuz silkerek. "Egzersizler iyi geldi."
Bakışlarındaki parıltıları görmezden gelerek önüme dönüp arkama yaslandım.
"Yani artık daha fazla izole etmeyeceksin kendini?" Sorusu içinde onlarca umut parçaları taşıyordu. Neredeyse tüm hayatı buna bağlıymış gibi cevabımı bekliyordu.
"Artık gerek yok, evet." Diyerek onayladım onu. Mutluluğu fazlasıyla bariz görülürken bakışlarımı ondan çekip önümdeki kalabalığı seyrettim. Hafif bir müzik çalıyordu arkada ama güzel bir melodiydi.
"Özledim seni küçük fare." Derken sesi parlıyordu sanki. "Kendi ayakların üzerinde durduğunu görmek çok güzel. Gurur duyuyorum seninle."
Şeker gibi tatlı sözleri ve ses tonuyla ona döndüm. Benden bile çok sevinmişti sanki iyileşmeme. İstemsiz bir tebessüm dudaklarımı sardığında onun aptal sırıtışı kadar kötü görünmediğini umdum.
"Teşekkür ederim." Diye karşılık verdiğimde ortam tamamen ısındı sanki. Tıpkı sahile vuran güneşin ısınması gibi, huzurlu bir sıcaklık o an beni çepeçevre sardı. Mümkün olan en salt hislerle algıladım bunu. Güzel bir andı, içinde hapsolmak isteyeceğim kadar.
"Peki ne yapmayı düşünüyorsun?" Derken sesi meraklıydı. Görebiliyordum, kararlarımı bilmek için can atıyordu.
Açıkçası onunla karşılaştığımızda bir kaya gibi sert ve duygusuz olacağımı düşünsem de tam tersi bir durumla karşı karşıyaydım. Vincent melek yüzlü bir iblisti ve şu an beni ayartmak için açıkça melek tarafını kullanıyordu.
Ve bunu o kadar iyi yapıyordu ki sanki şimdiye kadar yaptıkları gerçekten de gözardı edilebilir şeylermişte ben abartmışım gibi geliyordu.
"Tam olarak neyi kast ediyorsun?" Diye sordum ona bakarken. Açıkça cevap vermeye niyetim yoktu. Onu değerlendirecektim biraz. Değişim istediğim barizken cevabı buna saygı duyacak nitelikte olacak mıydı?
"Bilirsin, eskisi gibi olmayı." Gözleri boynuma kaydı ve havalanan elleri boynumdaki zincire takıldı.
"Bana kaşlarının altından baktığın, lafımın altında kalmadığın, lezzetli şeyler yaptığın o zamanlar." Baş parmağı zincire geçirdiğinde hafifçe çekiştirerek ona biraz yaklaşmamı sağladı. "Tıpkı senin de bahsettiğin o sınırlarda olduğumuz zamanki gibi."
Bunu söylerken bile sınırları pek anlamışa benzemiyordu ancak en azından sözleri dürüsttü. Şimdilik bana ayak uydurmasına sevinsem de içimde bir ses bunun uzun sürmeyeceğini söylüyordu.
"Sevindim, aynı şeyi istiyorsak onu elde etmemiz uzun sürmeyecek demektir." Hafifçe kendimi çekerek kolyemi elinden kurtardım.
"Sana göstermek için bir şey yaptırdım." Ani konu değişimiyle ona anlam veremeyerek baktım.
"Ne?" Diye sorduğumdaysa cevap vermedi. Yerinden kalkarak bileğimden tutup beni de kaldırdı. "Vincent-" Şaşkınlıktan sıyrılmama izin bile vermeden beni peşinden sürükledi. İc kısma ilerleyip tuvalete girdik. İçerisi boştu.
"Ne yapıyorsun?" Diye sorarken bileğimi çektim ondan.
Saçları dağılmış, siyah gömlek ve kumas pantolon giymişti. Onu ayakta ilk kez gördüğümden süzdüm. Biraz zayıflamış olsa da kasları hala yerli yerindeydi.
Elleri gömleğinin düğmelerine gidip onları açmaya başladığında şokla ona baktım. "Ne yapıyorsun?"
Sessizce hepsini açtı. Elleriyle omuzlarından geriye bir hamle yaparak kaslarla dolu gövdesini ortaya çıkardı.
"Burada." Eliyle tam göğsünün ortasını gösterdi. Tüm gövdesi renksiz dövmelerle kaplıyken içlerinden biri renkliydi sadece.
Mor sümbül, derin pişmanlık sembolü.
Tam da şah damarına doğru kıvrılıyordu bir sapı, diğer sapıysa kalbine doğru uzanmıştı ve çiçekleri diken gibi yapılmıştı. Yeni olduğu belliydi çünkü etrafı kızarıktı.
Ama o dövmeler içinden öylesine sıyrılmıştı ki, baktıkça ona dokunma isteğim körükleniyordu.
Hissetmiş gibi aramızdaki mesafeyi kapatarak yaklaştı. Bir adımlık boşluk bıraktı aramızda yalnızca. Kafamı kaldırıp onun koyu mavilerine baktım.
Bir şey demedik, sadece soluk seslerimiz içeriyi dolduruyordu. Beklemediğim bir anda sağ eliyle sol elime uzandı. Parmak uçlarıyla avucumu kavrarken fazla dikkatliydi. Onu havaya kaldırıp tuttu, avucumu döndürüp sümbüllerin olduğu yere koydu.
Tam kalbinin üzerinde olana.
Teninin sıcaklığı, dövmenin hissiyatı ve kalbinin atışları parmak uçlarıma ulaştığında bedeninden bedenime bir elektrik akımı geçiyormuş gibiydi.
El tekrar eski yerine indi. O bana tepeden bakarken ben sadece dövmeye ve elime odaklıydım.
"Biliyorsun değil mi?" Dedi. "Anlamını yani." Derken sesi birden boğuklaştı.
"Özür dilerim, çok pişmanım." Anlamını söylerken sesim fısıltıya dönüşmüştü.
Bunu Vincent'ten beklemiyordum. İlk dövmesinin beni soktuğu şoktan daha fazlaydı bu. Derin bir pişmanlık sembolünü tenine kazıması beklenmedikti.
"Ne düşünüyorsun?" Dakikalar süren sessizliği bozan şey onun sorusuydu.
"Şaşkınım," diyebildim parmak uçlarımı tenine sürterken. Ürpermiş gibi iç çekti ancak aramızdaki bir adımı kapatıp yaklaştı.
"Pişmanlığım gerçek, Benjamin." Dedi sesi hemen kafamın üzerinde, saçlarıma üflüyormuş gibiydi.
"Anlıyorum." Derken aklım yerinde değildi. Beklenmedik bu hamle karşısında ne yapacağımı bilemiyordum. Âdeta beklemediğim yerden darbe almıs gibiydim. İyi mi yoksa kötü mü hissetmeliydim? Bir fikrim yoktu.
"Anlamanı değil görmeni istiyorum." Derken burnunu hemen saçlarımın üzerinde hissettim. "Pişmanlıktan kavrulduğumu gör ve bana biraz acı, merhamet et."
Muhtaçlık dolu ses tonu tüylerimi diken diken etti. Boğazım rahatsız edici bir duyguyla doldu. Sözler o kadar etkisizdi ki ağzımdan çıkmaya zahmet bile etmediler.
Nihayet aklımı toparlayabildiğimde elimi ondan çekip geriye doğru iki adım attım.
"Doğru zaman geldiğinde beklemene gerek kalmayacaktır belki de." Son kez kararmış gözlerine baktım ve onu tuvalette yalnız bırakarak dışarı çıktım.
🥵🥵🥵🥵
Flörtten nası sexsüel tansiyona geçtiler yav
Bayılıyorum bunlara
Huhuuuu