45 (7. YIL)

2K 340 120
                                    

Vincent

Benjamin Volkov.

Küçük fare.

O her şey; yaşam, soluk, veda, umut, ödül, vaat, aşk, güç, ihtişam, yüce, yeni, güven, vahşi, yırtıcı, av ve avcı, güzel, nefes kesici, diz çöktüren, mesafeyi koyan, sınırı var eden.

Kısaca onu tanımak isterseniz üç kelime yeter,

O benim tanrım.

Tüm yaşlarımda hiç dilek dilemedim, ihtiyaç duymadım. Kimseyi tam anlamıyla kalbime alamadım çünkü bir kalbim olduğu bilgisine sahip bile değildim. Kimseyi zihnimde zirveye koyacağımı bilmiyordum çünkü kendimi orada sanıyordum.

Ama hayır, Benjamin bana bilmediğim, haberimin olmadığı ne varsa göstermeye gelmişti. Sözlerinin her biri değerliydi, bir haberdi, inanmak zorundaydım. Aksi bir seçeneğim yoktu.

Öğrenmiştim.

İyi olduğumu sandığım her şeyle beni sınayarak kanıtlamıştı.

"Önce adamın suratına silahın kabzasıyla defalarca vurma fırsatı olmuş. Sonra ona vurmuş. Yumruklamış epey, ama adamı engelleyememiş. Her ne yaptıysa onu karnından vurmuş. Kafasında büyük bir darbe izi var. Omzunu da vurabilmiş, atış konusunda berbat. En sonunda beyninden vurmayı başarmış."

Lev'in sözleriyle gözleri camın ötesinde uyuyan bedeni izledim. Kulağımdaki telefonu kapatmadan önce anladığımı söyleyerek düşüncelerim ve sahibiyle baş başa kaldım.

Benjamin nazik biriydi. Bizim ekip ilk operasyondan sonra ona, 'Kibarcık' bile demişti. Eline silah yakışmazdı, iri yarı da olsa fark etmezdi. Ona bakan kimseye zarar vermeyeceğini hissediyordu.

Ama o gece değişmişti. Av durumu birden avcıya dönüşmüştü. Nadir görülürdü ama sessiz olandan korkma sözünü kanıtlıyordu.

O Benjamin'in vahşetiydi. Fırçasındaki şey korku, adrenalin ve güvendi. Benjamin o adamı öldürme niyetiyle gitmemiş olsa da ilk darbede ya ölen ya da kalan olacağını muhtemelen anlamıştı. Birebir savaşmıştı, ilk kez.

"Çok güçlü." Pakhan'ın sesiyle ona dönmedim ama kulağım ondaydı. "Benjamin, çok güçlü Vincent." Diye tekrar etti.

Biliyordum, anlıyordum da. Bratva eğitimi vahşiydi, tüm vücutta ölümcül izler bırakmadan mezun olmazdınız. Gurur olmazdı, itibar olmazdı sadece ölümüne kumara girmeye odaklanırdınız. O an eğitmenler size duygularınızı kaybetmeniz gerektiğini söylerdi. Bir robot olman gerekirdi, hedefe odaklanıp işini bitirene dek adrenalin sana ortaklık ederdi.

Benjamin o eğitimin çeyreğinden bile geçmemişti. Zorunda değildi, basit düzeyde bilgisi bile gerekmezdi. Ben zaten kendisini koruyabilirdim. Ama küçük de olsa almıştı. Yine de Bratva'da bizzat eğitim almış biri yanında hiçti.

Ya da değildi.

"Büyüleyici." Her bir harfimden hayranlık akıyordu.

Bunu başarması, eski Bratva Katliamcısı ile savaşması öylesine büyüleyiciydi ki nefesim kesiliyordu.

Bilmiyorduk, ona öyle odaklanmıştım ki basit birisinin onu bu hale getirdiğini sanmıştım. Kahrolup öfkelenmiştim, dövüşmeyi öğretmediğim için kendimi suçlamıştım.

Ta ki kim olduğunu öğrenene kadar. Öğreneli beş saat oluyordu. Ona öyle odaklanmıştım ki olayları tam anlamıyla öğrenmemiştim bile. Haberim olduğu an ise...

Benjamin insan olamazdı. Onu bir insan olarak aklım alamazdı. Her koşulda mükemmel olması çok fazlaydı, çok ama çok fazlaydı.

"Yıllardır Lev'in bile bulamadığı açıklığı bulması, bir şifreyi ele geçirmesi, ipucunu anında çözmesi ve hemen müdahale etmesi. Üstelik Bratva'nın eski komutanı ve Katliamcısını yenmesi. Uyanması, başlı başına güç örneği Vincent."

Onun sesindeki hayranlığın milyon katı benim içime sığmaya çalışıyordu.

Olduğum yere çöküp güzelliğine ağlamak istiyordum. Ayaklarının dibine diz çökmek, hayranlıkla ona ibadet etmek içimi öylesine eziyordu ki üstünlüğü karşısında aklımı kaybedecektim.

Benimdi, bana aitti, her şeydi, hediyeydi.

"Eğer bir gün Tanrıya inanıp ona teşekkür etmek falan istersen Benjamin'i yoluna çıkardığı için minnet et." Dedim açlıkla. "Saygı duy."

Aklım beni durmadan uyarıyordu. Aklımın her bir milimi Benjamin'i içeriyordu. Baktığım her yerdeydi, her şekildeydi, Benjamin öylesine her şeydi ki en başından beri bunu görememek bir silahla beynimi patlatma isteği uyandırıyordu.

"Deliriyorsun." Pakhan'ın lafıyla keyifli bir kahkaha attım.

"Haklısın." Gözlerim uyanmaya başlayan bedeni süzdü. "Aklımı ona kaybettim bile."

Sakin adımlarım odasına ilerleyip içeri girdiğinde o uyanıyordu. Bu sefer ilk seferki gibi gitmeyecektim, olmazdı.

"Su ister misin?" Diye sorarken bile çoktan taze suyu bardağa dolduruyordum.

Ona döndüm, ayılmaya çalışıyordu. Gülümseyerek yanına yaklaştım. Ensesine dikkat ederek doğrultup suyu dudaklarına yaklaştırdım.

Siktir, bunları öpmüştüm ben. Bu çatlak pembeliği kavramıştım dudaklarımla.

Ani hatırayla ne yapacağımı bilemedim. Büyük, önemli bir eseri boktan bie fırcayla lekelemiştim sanki.

Onun layığı basit bir öpücük değildi. Öylesine zarif ve hak edilmiş bir öpücük olmalıydı ki bu, onun nefesiyle bin kez var olup bin bedenle onu hissetmeli, bin defa sevmeliydim. Ve bu sadece bir öpücük içindi.

Ona olan duygularım yaşama içgüdüsünü dahi boş verdiriyordu.

Dudaklarından çektiğim boş bardakla başını geri yatırıp hemen yanındaki yere hafifçe oturdum.

"Nasılsın?" Diye sordum parladığına emin olduğum bakışlarımla.

"Hareket etmek istiyorum." Dedi huzursuzlukla gözlerini benden çekerek. "Ne zaman çıkabilirim?"

"Üç gün var daha. Birkaç fizyoterapist gelip kaslarının durumuna göre senin için program hazırlayacaklar. Sonra eve döneceksin."

Sözlerim onu rahatlatmış gibi hafifçe tebessüm etti ama saniyelikti.

"Moy, nasıl?" Diye sordu.

"İyi, bakması için Viktor'u görevlendirdim merak etme." Dedim hemen.

Anladığını belirtircesine gözlerini açıp kapattı.

"Kaç gündür uyuyorum." Diye sordu.

"Üç yüz yirmi iki gündür." Dediğimde şaşkınlıkla bana baktı.

"Evet, on ayı geçtik." Dediğimde bakışlarındaki şaşkınlık ve boşluk hissine dikkat ettim.

Şok edici olduğunu biliyordum ama önemli değildi, üstesinden gelecektik.

"On aydır yürüyor muydum?" Kendi kendine mırıldandığında anlamayarak ona baktım ama bakışları bende değildi.

"Yaralarının çoğu iyileşti neyse ki." Dedim onu olumluya yönlendirmeye çalışırken. "Kemikler kaynaştı, çoğu dikişin alındı. Aslında daha erken uyanman gerekiyordu ama..." devamını sessizlikle bitirdim.

Ona gelmek istemediğini hatırlatmak istemiyordum.

Bundan sonra gitmesi söz konusu değildi, zarar görmesi de öyle. Her şeyimle artık hayatındaydım ve bu sefer her şeyi düzgün yapacaktım.

Vurgun| GayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin