Boran olmadan yeni evime tek başıma gitmek bana anlamsız gelmişti. Şimdi anne ve babasının evinde eski yatak odamızdaydım. Boran ise hastanenin yoğun bakım ünitesinde yatıyordu. Hiç uyumadığım yataktan kalkmıştım. Gözüme bir damla uyku girmemişti. Aynadan suratıma baktığımda gözlerimin alt kısımlarının koyulaştığını fark etmiştim.
Başımdaki şalı düzeltip odadan çıkacağım zaman karnıma ağrı saplanmıştı. Kaç gündür bir şey yemiyordum. Odadan çıkıp ağır adımlarla merdivenlerden inmeye başladım. Gözümün kararmasıyla merdivenin sonunda dengemi kaybedip düşmüştüm. Tam yere çarpacakken bir çift kol beni yere düşmekten kurtarmıştı. "Yenge ne oldu sana iyi misin?" diyen Harun'a bakmıştım. "İyiyim tansiyonum düştü." dedim.
"Yemek falan yedin mi?" diye sormuştu. Başımı hayır anlamında sallamıştım. "Hadi gel önce bir şeyler ye." demiş ve koluma girip beni mutfağa götürmüştü. Mutfak masasına oturduğum zaman Harun buzdolabını açmış ve kahvaltılık tarzı şeyler çıkarmıştı. "Yemek yiyecek iştahım yok." dedim. Harun elindeki tabağı masaya koyarken "Ama bir şeyler yemen lazım yoksa güçsüz düşersin." demişti. Zar zor da olsa sırf güçsüz düşmemek için yemeye başladım.
Harun'da karşıma oturmuş ve bana bakıyordu. "Yemeğini bitirdikten sonra hastaneye gidelim mi?" demişti. Elimdeki çatalı tabağa koyup "Hadi gidelim." dedim heyecan dolu bir sesle. "Önce yemeğini bitir." demişti. Hızla bir kaç lokma alıp ayağa kalktım. "Şimdi gidebiliriz." dedim ve onu beklemeden mutfaktan çıktım.
Önümdeki yola bakıp nefesimi vermiştim. Harun'un çalan telefonu arabanın içinde yankılanmıştı. Bir eli direksiyonu tutarken diğer eliyle cebindeki telefonu çıkarıp ekrana bakmıştı. "Babam arıyor." dedi ve telefonu açıp kulağına koydu. "Efendim baba ne oldu?" demişti. Kaşları çatılınca kötü bir şeyler olduğunu anlamıştım. "Ne zaman?" diye sormuş ve önündeki yola bakmıştı. "Tamam." demiş ve telefonu kapatmıştı. "Harun ne oldu?" diye sordum.
Harun bana kısa bir bakış atmıştı. "Berfin bir kaç gün önce düşük yapmış." dediği zaman ne tepki vereceğimi bilemedim. Sevinsem mi? Üzülsem mi? bilmiyordum. "Bebeğe dna testi yapmışlar ve bebek Robin'den çıkmış." dediği zaman kocaman olmuş gözlerimi ona çevirmiştim. "Artık başınızdaki bela kalktığına göre abimle mutlu olabilirsiniz." deyip gülümsemişti.
Bu bela başımızdan gitmiş olabilir ama asıl bela daha yeni gelmişti. Nefesimi verdim ve yutkundum. "Harun, Helin diye biri geldi." dediğim zaman araba aniden durmuş ve beni ön cama çarpmaktan Harun'un eli kurtarmıştı. Harun nefesini verip arabayı tekrar çalıştırmış ve yola çıkmıştı. "Şimdi başımızda başka bir bela var." dedim. Dolan gözlerim benden habersiz göz yaşlarını serbest bırakıyordu.
Harun bana kısa bir bakış atmış ama bir şey diyememişti. "Bu belayı nasıl başımızdan def edeceğiz?" diye sormuştum. "Nasıl geldiyse öyle geri gidecek." diyen Harun önündeki yola bakıyordu. Aslında Harun haklıydı. Helin nasıl geldiyse tıpış tıpış öyle gidecekti.
Harun arabayı park ettiği zaman arabadan inmiş Harun'la beraber hastaneye giriş yapmıştık. Yoğun bakım odasının camına gelip içeriye bakmıştım. Boran hareketsiz bir şekilde yatıyordu. "Beş dakika görme hakkınız var." diyen hemşireye başımı çevirip baktım. "Gerçekten görebilir miyim?" dedim.
Hemşire başını sallamış "Gelin size önlük vereyim." demişti. Hemşirenin peşinden bir odaya girmiştim. Hemşire bana önlük vermiş ve dışarı çıkmıştı. Mavi önlüğü üzerime geçirip, maskeyi de takınca dışarı çıkmıştım. "Abime benden selam söyle." diyen Harun'a gülümsemiştim. Yoğun bakıma girmeden nefesimi verdim. Elimi kapı koluna koydum ve kapıyı açtım. Gözlerim dolu bir şekilde yatağın yanına gitmiştim. Boran'ın sol tarafında duran monitördeki ses odadaki tek sesti. Monitörün yanında Boran'ın nefes almasını sağlayan bir cihazda vardı. Elimi kaldırıp, yanağına dokunduğum zaman bir göz yaşım düşmüştü.
"Boran bak ben geldim. Kardeşin Harun'un da sana selamı var." dedim. Yatağın baş ucundaki sandalyeye oturdum. Elini ellerimin arasına alıp dudaklarıma götürdüm. Gözümdeki yaşlar öptüğüm elini ıslatmıştı. Boğazımdaki yumru gelip yerine oturmuş ve benim nefes almamı kısa bir süre için engellemişti. "Berfin'in karnındaki bebek senden değilmiş." diye bildim. Boran'ın bana cevap vermeyeceğini bildiğim halde onunla burada saatlerce oturmak istiyordum.
"Seninle yeni evimizde yeni bir hayat yaşayacağız." diye fısıldadım. Bana tek cevap veren monitördeki ses olmuştu. "Seninle bir oğlumuz olsun istiyorum. Gözleri sana benzesin." deyip gülümsedim. Elini tekrar tekrar öpüp yanağıma koydum. "Boran lütfen beni bir yanım eksik bırakma." dedim. Gözlerimdeki yaşlar yanaklarımı yakıyordu. "Beş dakikanız doldu." diyen sese başımı çevirip bakmıştım. "Tamam." dedim ve Boran'ın elini yavaş bir şekilde yatağa koydum. Ardından ayağa kalktım ve alnına bir öpücük kondurdum. "Boran lütfen pes etme. Beni sensiz bırakma." diye fısıldadım ve göz yaşları içinde oradan çıktım.
Üstümdeki önlüğü çıkarıp hemşireye verdim. Harun yanıma gelmiş ve kolunu bana sarıp beni hastaneden çıkarmıştı. Onun arabasına binip yola çıkmıştık. "Harun, Boran'ın bana ihtiyacı var." dedim. Harun bana kısa bir bakış atmıştı. "Evet güçlü bir Rojin'e ihtiyacı var." dedi. Yüzümdeki yaşları silip ona bakmıştım. "Lütfen beni geri götür." dedim. Ama Harun beni duymuyor gibi arabayı sürmeye devam ediyordu. "Harun lütfen." diye fısıldadım. "Yenge senin toparlanmaya ihtiyacın var. Böyle ağlayıp zırlayarak ona hiç faydan olmaz." deyip nefesini vermişti.
"Peki nasıl olacak? Boran orada ölü gibi yatarken ben günü mü gün mü edeceğim." dedim. "Hayır ama kendine de zaman ayırman lazım." dediği zaman ona anlamayan gözlerle baktım. "Nasıl yani?" diye sordum. "Alış verişe git. Kuaföre git. Kafanı dağıt." demişti. "Boran yanımda yokken ben hiç bir şey yapamam." dedim ve arkama yaslandım. Harun sesli şekilde nefesini vermişti. "Abin o haldeyken ben nasıl kendime vakit ayırırım?" diye sordum. Harun cevap vermek yerine müzik açmıştı.
Başımı yan tarafımdaki cama çevirip dışarıyı izlemeye başladım. Arabanın eve gitmediğini anladığım zaman başımı çevirip Harun'a baktım. "Nereye gidiyoruz?" diye sordum. "Gidince görürsün." demiş ve bana kısa bir bakış atmıştı. İçime nedense bir panik dalgası yayılmıştı. Harun'un aklında ne gibi bir düşünce vardı bilmiyordum.
Araba bir mekanın önüne gelince durmuştu. "Burası neresi?" diye sorup ona baktım. "Buz pisti." demiş ve emniyet kemerini çözmüştü. Harun arabadan inince bende arabadan inmiştim. "Harun buraya neden geldik?" diye sorup yanına gittim. "Kafanı dağıtmana yardımcı olmak istiyorum. Hadi içeri girelim." demiş ve mekana doğru yürümüştü. Harun'un peşinden gitmiştim. Buz pistinde bir kaç kişi kayıyordu. Harun orada bulunan görevliye doğru gidip iki çift ayakkabı almıştı.
Ayakkabıların alt kısmında sivri metal demirler vardı. Orada bulunan bir tabureye oturup ayakkabılarını çıkarmış ve aldığı ayakkabıları giymeye başlamıştı. "Ama ben buzda hiç kaymadım." deyip nefesimi verdim. Harun başını kaldırıp bana bakmıştı. "Sorun değil ben sana öğretirim." deyip öteki ayakkabıları bana uzatmıştı.
Ayakkabıları giymiş ve Harun'un uzattığı elini tutup ayağa kalkmıştım. Harun buzda kaymış ve beni de çekip ona eşlik etmemi sağlamıştı. "Harun beni sıkı tut düşeceğim." deyip kolunu sıkı sıkı tutuyordum. "Düşmene izin vermem." demiş ve beni kendi etrafında döndürmüştü. Herkes hızla etrafımda dönüyor gibi hissediyordum. Kısa sürede çığlıklarım kahkahaya dönüşmüştü. Harun beni bırakınca kendi kendime bile kaymayı öğrenmiştim. "Bu kadar kısa sürede çok hızlı öğrendin." diyen Harun'a bakıp gülümsemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERDEL
General Fiction{Önemli bir duyuru paylaşmak istiyorum. Kitabım yetişkinler içindir. 18 yaşın altındakilere önermiyoruz..} Sevgili dostlar.. BERDEL Hikayesi herkesin yazdığı gibi bir hikaye değil. Yarısı gerçek hayattan uyarlandı. Mutluluk aslında yanı başımızdad...