Esma taramalı tüfeği yerine oturttu. Son ayarlamalarını yaptı. Buradan taa neredeki hedefi tam isabet vurabileceğinden emindi. Gözünü tüfeğin deliğinden uzağa, yola odakladı. Yol buradan çok uzak değildi. Bulundukları tepe çok yüksekte değildi ama aşşağıdan, yoldan geçenin fark edebileceği kadar yakında yani alçakta da değildi. Dağhan'a baktı Esma. Dağhan da büyük bir ciddiyetle son ayarlamalarını yapıyordu.
-Ahmet İris'i susturmamız gerektiğine inanamıyorum hala, dedi sıkıntılı bir sesle.
-Bu işler böyle. Bir bakarsın en iyi adamındır, ondan başkasına güvenemezsin, ama bir bakarsın susturulması gereken bir düşmanın oluvermiş, dedi Dağhan. Ama onun da canının sıkkın olduğu her halinden belliydi. Esma dikkatle ona baktı.
-Bir gün bizim için de ölüm emri verilebileceği hiç aklına gelmedi mi, diye sordu. Dağhan yutkundu.
-Hayır gelmedi. Çünkü biz onun gibi asla vatana ihanet etmeyiz, öyle değil mi, diye sordu Dağhan. Esma evet anlamında başını salladı. Sonra taramalıyı kontrol etmeye döndü. Beş dakika sonra falan Dağhan:
-Az sonra araba buralarda olur. Hazır mısın, diye sordu.
-Bu da soru mu sünepe, dedi Esma. Dağhan sırıttı.
-Bana sünepe demeyeli yıl olmuştu aşkım. Özlemişim, dedi.
-Sana kaç kere diyeceğim lan, bana aşkım demeyi kes. En nefret ettiğim kelime. Sünepe olayına gelince, özlediysen her zaman demeye devam edebilirim. Benim için sorun değil, dedi Esma gülümseyerek.
-Özledik dediysek o kadar da değil. Eğer sürekli demeye karar verirsen senin bu tüfekle kafanı uçururum.
-Ben senden önce davranıp seni taramazsam eğer, dedi Esma.
-Kapışmamızı şu ufak, sıkıcı işi hallettikten sonraya bırakıyorum.
-Beni düelloya mı davet ediyorsun?
-Öyle de denebilir. Tabi kimin yeneceği önceden belli olan müsabakalara düello deniyorsa, dedi Dağhan da. Esma ona alaycı bir ifadeyle baktı. Sonra bir ses duyup ciddileşti.
-Geliyorlar. Motorun sesini duyuyorum, diye mırıldandı. İkisi de yerlerini aldılar. İkisi de tetikteydiler.
-İşaret verdiğimde Esma, dedi Dağhan ciddi bir sesle. Esma tamam anlamında başını salladı. Fazla beklemesine gerek kalmadı, birazdan Dağhan hadi anlamında başını salladı ve Esma gelen arabayı nişan aldı. Arabanın bütün tekerleklerine hızla ateş etmeye baladı. Sonunda bütün tekerlekler etkisiz haldeydi. Araba biran içindekilerle öylece durdu. Sonra arabadan korumalar döküldü birden. Dağhan'la Esma onlara ateş ederek nerede olduklarını bildirdiler. Korumalar ateş etmeye başladılar. Esma taramalı tüfeğin arkasına eğildi ve ateşe kendini savunur bir halde devam etti. Dağhan ise yere yatmıştı çatışırken korumalarla.
Bu mücadele beş dakika kadar sürdü. Sonunda bütün korumalar yere serildi. Ölü olarak! Dağhan'la Esma şöyle bir durup birbirlerine baktılar. Sonra bakışlarıyla anlaştılar ve Esma tereddüt dahi etmeden arabayı taramaya başladı. İçinde kim varsa hepsi ölene kadar taradı. Defalarca! Ardından artık o arabada sağ kalabilecek kimsenin olamayacağına ikna olup ateş etmeyi kesti.
-Aşağıya inip son durum ne bir kontrol edelim, dedi Dağhan. Birlikte aşağıya indiler. İkisi de tetikteydiler hala. Olur da sağ kalan varsa ve saldırırsa diye, ellerindeki tüfekleri sıkı sıkı tutuyorlardı. Etraflarına bakındılar çarçabuk. Hareket yoktu ama. Esma yerde yatanları kontrol ederken Dağhan da arabanın içine girdi. Birazdan kafasını çıkarttı. Ekşi bir surat ifadesiyle:
-Ahmet İris ölmüş, dedi. Esma'nın alnındaki bir kas seğirdi. Başka bir tepki vermedi bu duyduğu habere. Yerdekileri kontrole devam etti.
-Burası da temiz. Hepsi gebermiş, dedi sonra. Dağhan nefesini bırakarak yanına geldi. Esma'nın dudağına eğildi ve dudağından büyük, tutkulu bir öpücük aldı.
-Buna ihtiyacım vardı, dedi gülümseyerek.
-Sanırım benimde, dedi Esma da gülümseyerek. Sonra ciddileşti.
-Ahmet İris'e karşı yakın bir sevgim yoktu ama bir zamanlar konuşmuşluğum olan bir insanı öldürmek beni etkiledi. Tanımadıklarımda bu kadar etkilenmiyorum, dedi.
-Beni de etkiledi. Gerçekten tanımasak daha iyiydi, dedi Dağhan da sıkıntıyla. Sonra yukarı çıktılar ve yanlarında getirdikleri her şeyi topladılar. Ve teşkilatın yolunu tuttular.
Teşkilatta akşam güzel bir yemek yiyip hem karınlarını doyurdular, hem de bir görevi daha atlattıkları için kendilerini ödüllendirdiler. Yemekten sonra bahçeye çıktılar. Yaz ayında olmalarına rağmen hava biraz serindi.
-Omzun nasıl oldu kanks, dedi Dağhan. Esma ona çok şaşkın bir ifadeyle baktı.
-Kanks mı?
-Eee, aşkım dememden nefret ettiğine göre böyle demem en doğrusu.
-Haa şu mesele. Evet aslında aşkım demene tercih ederim kanksı.
-Esma seni öldürmeden sus istersen.
-Yaa sana bir şey mi diyorum? Aşkım deme yeter. Sevgilim de, kızıyor muyum? Birtanem de, canım de, hatta hayatım bile diyebilirsin. Zor durumda kalmadıkça deme son dediğim kelimeyi.
-İyi be tamam, hanımefendi istemiyorsa aşkım demeyiz.
-Umarım. Her seferinde aynı lafı ediyorsun ama nedense yine aşkım diyorsun.
-Neyse, cidden omzun nasıl oldu?
-Gayet iyi. Daha bu sabah göreve gitmeden hemen önce kontrol ettirdim. Yarın da yine kontrol ettireceğim.
-Canın çok yanıyor mu?
-Hayır. Ya bana süt çocuğu gibi davranmasana, dedi Esma kızarak.
-Davranmıyorum, dedi Dağhan onu belinden kavrayıp kendine çekerek.
-Artık şu düelloyu yapalım diyorum ne dersin, dedi seksi bir sesle. Esma onun dudağına yaklaştı iyice.
-Kastettiğin düello bu muydu?
-Evet, neden, diye sordu Dağhan. Esma onun dudağına yapıştı. Tutkuyla öpüştüler bir süre. Soluksuz kalınca ayrıldılar.
-Bu düelloysa doğru söylüyorsun diyecektim. Kazananı baştan belli, dedi Esma ateşli bir sesle. Dağhan da en az onun kadar ateşliydi.
-Kimmiş peki, dedi.
-Tabi ki ben, dedi Esma elini Dağhan'ın saçına geçirirken. Sonra bacaklarını onun bacaklarına doladı ve yeniden ateşli bir tutkuyla öpüşmeye başladılar.
