Dağhan gülümseyerek evine giden yola saptı. Hala elinde tuttuğu numaraya bakıyordu. Ela ona telefon numarasını vermişti. Artık ona, ne zaman istese ulaşabileceği kadar yakınındaydı. İçi mutlukla doluydu. Ahmet'in bu numarayı aldığından ve Dağhan'ın artık ona ihtiyacı olmadan Esma'sından istediği kadar haber alabileceğinden, onunla görüşebileceğinden haberi olsaydı nasıl da kızacağını hayal etti. Sırıttı. Acaba biliyor muydu? Gerçi umrunda değildi bu. Sadece şu numaranın elinde olması bile her şeye değerdi.
Eve girip kapıyı açtığında Mongo hemen üstüne atladı. Koca tüyleri Dağhan'ın heryerini kaplarken, Dağhan yüzünün her yanının ıpıslak olduğunu fark etti.
-Benim sadık dostum, biliyor musun Esma seni görmek istiyor. Seni gördüğünde ilk günkü gibi sana aşık olacağından eminim. Ve beni yine çatlatacaksınız öyle değil mi, dedi gülümseyerek. Mongo Dağhan'ın müjdesini anlamış gibi kuyruğunu keyifle sallamaya koyuldu.
-Sabret Mongo, onu göreceksin. Ama hemen değil, biraz zaman alacak. Ama sen de benim gibi sabrının karşılığını alacaksın, emin ol, dedi Dağhan onun tüylerini okşayarak. Sonra köpeğin kemiğini vermek için mutfağa yöneldi. Tam o sırada zil çaldı. Dağhan şaşırarak kapıya baktı. Genellikle ona gelen olmazdı. Tabi, elektrik, telefon gibi faturaları getiren postacı hariç. Merakla kapıyı açtı. Karşısındaki sahne onu daha da şaşırttı.
-Yenge, dedi sorar gibi. Yengesi, yanında küçük bir kız çocuğu ve büyük bir valizle karşısında duruyordu. Kadın ona sımsıkı sarıldı.
-Ah Dağhan ne çok oldu seni görmeyeli, dedi. Dağhan hemen onun valizini içeriye taşıdı ve kim olduğunu bilmediği ama tahmin ettiği kızı da içeriye buyur etti. Mongo kızın üzerine atlayacak gibi yaptı. Kız korkuyla yengesinin arkasına sindi. Dağhan hemen Mongo'yu yatak odasına götürüp kapattı. Bir süre burada kalacağını söyleyip, af dilemeyi de ihmal etmedi tabi. Sonra odaya döndü.
-Abim nerede, diye sordu.
-O da gelecek ama işlerini ayarlar ayarlamaz. Önden bizi yolladı. Sana harika haberlerimiz var ama önce seni Zeze ile tanıştırmak istiyorum.
-Zeze?
-Zehra Zeybek aslında. Gerçi soy ismi artık Yıldızer oldu ama arkadaşları adı ve soy isminin ilk hecelerini birleştirip kısaca Zeze diye çağırınca o da alışmış. Bizim de öyle dememizi istiyor. Değil mi Zeze, diye sordu kadın. Zeze evet anlamında başını salladı.
-Dilini mi yuttun küçük fare, dedi Dağhan gülerek. Son zamanlarda ciddiyetini bozmayan kayınbiraderinin neşesi yengesi Gülsüm'ün gözünden kaçmamıştı. Bunun nedenini öğrenecekti ama şimdi değil. Zeze gülümseyerek Dağhan'a baktı.
-Evet, ben konuşamıyorum. Tek bir kelime bile, dedi.
-Ben de duyamıyorum. Tek bir kelime bile. Ne dediiinnn, dedi Dağhan elini kulağına götürerek. Zeze kıkırdadı.
-Duyamıyorsan nasıl bana cevap verebiliyorsun akıllım, dedi Zeze.
-Sen konuşamadığın halde, nasıl benimle konuşuyorsan öyle, dedi Dağhan.
-Ben yalan söyledim. Hemen de inandın, dedi Zeze gülerek. Dağhan büyük hayal kırıklığına uğramış gibi bir tavır takınarak:
-Nasıl bana bunu yaparsın? Ben sana inanmıştım. Kandırdın, kandırdın beni, dedi. Zeze gülmeye devam ederken Gülsüm onun yanağına okkalı bir öpücük koydu.
-Neyse, bu Zeze. Bizim kızımız artık, dedi gözleri parlayarak. Dağhan onların bunu ne kadar da çok hak ettiklerini düşündü. O kadar uzun zamandır bir çocukları olmasını bekliyorlardı ki. Kader onlara bunu şimdi nasip etmişti.