Dağhan kollarını ve ayaklarını sıkı sıkıya sarmış kalın zincirlerden kurtulmak için debelenmeyi çoktan bırakmıştı. Bu zincirler öyle güçlüydü ki kırılmaz görünüyordu. Ahmet'i tebrik etmek gerekiyordu, harika bir organizasyon kurmuştu ve dört gündür onu bu karanlık hücrede esir tutmayı başarmıştı. Bunu başarabilen insan sayısı azdı doğrusu. Karşısındaki adam ona tepeden sırıtarak baktı ve genç adamın boş böğrüne sert bir darbe daha indirdi. Dağhan inlememek için kendini artık çok zor tutuyordu çünkü aynı yere gelen yumruklar canını beş misli yakıyordu.
-Günaydın, diye neşeyle şakıyarak giren Ahmet'in sadece siluetini seçti karanlıkta, sonra pencerenin pervazını hızla açıp Dağhan'ın gözlerinin kamaşmasına ve yanmasına neden oldu. Dağhan gözlerini acıyla kapattı. Suratı buruşmuştu, dört gündür gün yüzü görmüyordu ki karanlığa alışmıştı. Ve... yalnızlığa. Ona sıkı işkencelerde bulunan Ahmet'in adamı sayılmazsa tabi. Ve arada da teşrif ederse Ahmet.
-Ne oldu vampir? Güneş dokundu mu? Birazdan cayır cayır yakmaya mı başlayacak? Gerçi öyle olsa şikayet etmezdim, dedi alayla. Dağhan gözlerini yavaşça araladı ve sonra bakabildiği en sert en kibirli bakışlarla Ahmet'e baktı. Ona hiç yenilmemişti, ne olursa olsun karşısında hep dik durmuştu. Şimdi de teslim olmaya niyeti yoktu.
-Bugün pek bir keyiflisin, dedi onun dediklerine aldırmayıp alayla. Ahmet'in sırıtması arttı. Dağhan'ın dibine kadar gelip:
-Haklısın, çok keyifliyim çünkü karımla çocuk çalışmalarımız harika gidiyor. Ve geçen gece, harika, seksi, muhteşem, romantik bir gece yaşattık birbirimize, dedi. Dağhan bu laflardan ne kadar etkilendiğini belli etmemek adına çok büyük çaba sar etmiş olmalıydı çünkü yanak kaslarının oynaması dışında fiziksel bir tepki olmamıştı. İçiyse acıyla kavruluyordu. Esma'sını, o güzel kadını bu şerefsizle düşündükçe, hele ki ona ait bir çocuğu olabileceği gerçeği aklına geldikçe yüreğine çiviler çakılıyordu adeta. Allah kahretsin, Esma onundu, bu piç kurusunun olmasına nasıl izin vermişti, nasıl yapabilmişti?!? Onun elleri Esma2ya dokunuyordu, en mahrem yerlerine o pis dudaklarını sürüyordu. Sırf onu yanağından bile öptüğü için Ahmet'i cehenneme yollamak için vücudundaki bütün organları, kemikleri, kasları deliriyordu. Bütün düşüncelerini içine atıp alayla baktı yine karşısındakine.
-Senin adına sevindim. Ama Esma adına üzüldüm şahsen. O senin gibi ağzı kokan leşlerden çok daha fazlasını hak ediyor, dedi. Ahmet onun bir gram bile etkilenmemesi üzerine neredeyse şok geçiriyordu. Bu adama ne olmuştu, neden böyle vurdumduymazdı? Onun söylediği özellikle de bir kelime hiç hoşuna gitmemişti. Dağhan'ın suratına sert bir yumruk geçirdi.
-Onun adı Ela, kafana girsin. Esma öldü, Ela Taşkıran artık o. Daha doğrusu Ela Taşkıran Zengin, dedi son soy ismini gururla ama biraz da alayla söyleyerek. Dağhan biraz daha sırıtarak:
-Sadece senin soyadını taşımaya utanıyor mu yoksa, dedi. Sinan onun suratına okkalı bir yumruk daha attı. Dağhan'ın ağzından kan süzülünce Ahmat2in ayakkabısının üstüne kanlı bir şekilde tükürdü. Ahmet tiksinerek ayakkabısının üstünü Dağhan'ın kotuna sürdü ve bir yumruğu da boş böğrüne attı.
-İşte sen bunu anlamayacak kadar gerizekalısın! O gazetede çalışıyor ve daha önce öyle tanındığı için o şekilde devam ediyor, dedi.
-Eğer benim karım olsaydı yine de benim soyadımı kullanmaktan mutluluk duyardı diye onun damarına basmaya devam etti Dağhan. Aslında içten içe o kadar öfkeliydi, o kadar canı yanıyordu ki biraz olsun bu pis herifin de canını yakmaya çalışıyordu. Ama ne yaparsa yapsın sonuç değişmeyecekti, o kazanmıştı bir kere, Esma onundu!