4- Günümüz Ela

10 1 0
                                    

Ela adama şöyle bir baktı. Ne kadar gergin olduğu her halinden belli oluyordu. Ne kadar da heyecanlıydı? Ama neden? Ela onu bu kadar heyecanlandıracak ne yapmış olabilirdi? Hiçbir şey tabi ki. Birlikte hiç zaman geçirmemişlerdi bile. Ama bugün her şey ortaya çıkacağı gibi, bu heyecanın nedeni de ortaya çıkacaktı şüphesiz. Cevapsız soru kalmayacaktı ortada. Neden, niçin, nasıl...? Sorular havada uçuşuyordu ve cevap bekliyordu. Zamanı çoktu Ela'nın. Bugünlük roman yazmayıverirdi, bir şey kaybetmezdi. Ela'yı böyle rahat rahat izlediğine göre adamın da pek acele bir işi yoktu.

-Ne konuşmak istiyordunuz, diye sordu adam. Gerginliği böylesine belliyken, bu kadar sakin konuşması takdire şayandı şüphesiz. Üstelik sesi, sesi o kadar güzeldi ki. Boğuk ve derinden geliyordu. Adamın erkeksi tavır ve hatlarına daha bir erkeksilik katıyordu. Geçen konuştuklarında sesinin bu kadar güzel olduğunu nasıl fark etmemiş olduğuna şaşırdı. Çok sinirli olduğundan fark etmemişti belki de.

"Çok çekici biri." diye düşündü Ela. Çok yakışıklı değildi belki ama gerçekten çok çekiciydi. Her şeyden önce kaslıydı. Öyle itici kaslılık değildi bu, insanı kışkırtacak kadar ama bıktırmayacak kadar kas. İnsanın sevişmek için ölebileceği tipten seksi bir vücut! Adamın giydiği kareli gömleğin birkaç düğmesi açıktı ve göğsü gözüküyordu. Orası da esmer olmasına rağmen epey bir kılsızdı, neredeyse pürüzsüzdü. Ve en önemli yeri, gözleri. Çok harika gözleri vardı adamın. Derin yeşil gözler, insanı esir edecek türden. İnsana bir baktımı onu susturacak, ya da istediği yere yöneltebilecek türden gözler. Bu kadar etkileyici ve şahane gözler hayatında hiç görmemişti. Durdu şöyle bir, kafası karışmıştı. Görmemiş miydi cidden? Bu da soru muydu, tabi ki görmemişti, görseydi asla unutmazdı.

-Bunu sormanız şaşırtıcı. Sizce ne konuşmak isteyebilirim, diye soruya soruyla karşılık verdi Ela.

-Bilmem. Konuşmak isteyen siz olduğunuza göre, konuşacağınız şeyi de ancak siz tahmin edebilirsiniz.

-Lütfen benimle oynamayın. Benim ne konuşacağımı sizde gayet iyi biliyorsunuz.

-Ben...

-Neyse, baştan başlayalım. Öncelikle bir tanışalım isterseniz. Ben Ela Taşkıran. Ve siz...?

-Dağhan, Dağhan Yıldızer, dedi Dağhan. Ela birden kendini çok tuhaf hissetti. Soluksuz kalır gibi oldu. Neden böyle olmuştu. Sanki bu isim neden ona bir şeyler çağrıştırır gibi olmuştu. Bu, bu o kadar tuhaftı ki. Ela'nın yüreğini sızlatan bir isimdi sanki! Ne kadar da saçmaydı!

-İyi misiniz, diye sordu Dağhan endişeyle.

-İyiyim. Sadece biraz karnım ağrıdı sanki, diye yalan söyledi Ela. Gerçeği söylemeye ne gerek vardı. Hem zaten o toparlanmıştı biraz. Dağhan ismi neden ona bu kadar tanıdık gelmişti, bilemiyordu. Sanki kayıp bir dostunu hatırlar gibi! Ama sonra hatırladı. Rahatladı. Romanında kahramanın ismini Dağhan koymuştu. O yüzden şimdi bu kişinin ismi böylesine tanıdık gelmişti. Kendi kendine gülümsedi. Nasıl bir tesadüftü bu. Sapığın ismi roman kahramanının ismiydi.

-Daha iyi misiniz peki şimdi, diye sordu Dağhan. Gereğinden fazla endişeli duruyordu. Bu kadar endişe tuhaftı.

-İyiyim, gerçekten iyiyim. Adım Dağhan demiştiniz değil mi? Biliyor musunuz isminiz benim için hiç de yabancı değil aslında, dedi Ela gülümseyerek. Dağhan ona çok şaşkın bir ifadeyle baktı. Sonra sözlerinin devamını dinlemek için kafasını yere eğdi.

-Bir roman yazıyorum. Bu gazeteye getirdiğim öykülerden hariç, ileride bastırmayı umut ettiğim bir romanım var benim. Oradaki başkahramanın ismini Dağhan koymuştum. Esma ve Dağhan, başkahramanlarım be... İyi misiniz, diye sorma sırası Eladaydı. Çünkü Dağhan Esma ismini duyduktan sonra yıldırım hızıyla başını kaldırmış, sonra da sanki düşmemeye çalışır gibi duvara tutunmuştu.

Geçmişin ArdındakilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin