Dağhan geldiğinde, Enginle konuşmalarının üzerinden dört gün geçmişti ve Esma acısı ve korkusu yüzünden ölmek üzereydi. Dağhan'ın onu bir kere bile aramamış olması ve Engin'in Dağhan'ın nasıl olduğuna dair çok ayrıntıya girmeden bilgiler vermesi korkusuna tuz biber ekmişti. Ama işte bugün yani Dağhan'ın gidişinden tam bir hafta sonra Dağhan dönmüştü.
O döndüğünde Esma spor salonundaydı. Orada bulunanların çoğu da oradaydı. Esma Esin ile bilek güreşi yapıyor ve aklını dağıtmaya çalışıyordu. Ama başarılı olduğu söylenemezdi. O Dağhan'ın ne âlemde olduğunu kara kara düşünürken ve onu deli gibi özlemekle meşgulken, Esin onu iki kere devirdi.
-Bugün formunda değilsin bebek, dedi neşeyle.
-Formumda olmadığım andan yararlandın sen de. Yoksa seni gözümü kırpmadan yiyeceğimi sen de biliyorsun, dedi Esma gülümsemeye çalışarak.
-Hadi oradan. Sen tam formunda olsan bile benim elimi öpmek zorunda kalırdın, dedi Esin inatla. İşte tam o sırada:
-Dağhan döndü, diye bağıran neşeli sesini duydular Aslı'nın. Esma'nın yüreği küt etti birden. Ani bir refleksle Aslı'nın seslendiği yere baktı ve onu gördü. Birden içi tarif edilemez bir sevinç ve rahatlamayla doldu. Ve korkunç bir özlem. Göz göze geldiler. O an koşup boynuna sarılmak, o tatlı dudaklarını öpücüklere boğmak geldi Esma'nın içinden. Ondan hiç bu kadar ayrı kalmamıştı ve hasreti içinden taşmak üzereydi. Dağhan da sanki ona büyük bir hasretle bakıyordu. Yanına gelmek istiyor ama gelemiyor gibiydi Esma'nın. Bir süre bakıştılar böyle uzaktan. Esma lanet gururu olmasa çoktan yanına gitmişti ama gururu yüzünden yapamıyordu işte. Ve bu bakışmalarına Aslı tarafından nokta koyuldu. Aslı Dağhan'ın boynuna doladı kollarını. Esma büyük bir öfkenin içine aktığını hissederken:
-Hoş geldin Dağhancım. İnan seni öyle çok özledik ki, dedi Aslı.
-Ben de sizi ve burayı çok özledim, dedi Dağhan yeniden Esma'ya dönerek ama Esma bu sefer bakmadı ona. Dağhan Aslı'nın kollarından kurtulmaya çalışırken Engin imdadına yetişti. Aslı'yı birden Dağhan'ın üzerinden çekti aldı.
-Bırak da kardeşimi kucaklayayım, dedi. Ve Dağhan'a gerçekten kardeşine yeniden kavuşmuşçasına sımsıkı sarıldı. Dağhan da ona.
-Şerefsiz piç, özlettin kendini, diye fısıldadı kulağına.
-Senin gibi piçler özlesin diye gittim zaten, diye fısıldadı Dağhan da. Sonra sarılmayı kestiler ve Dağhan yeniden Esma'ya baktı. Acaba o da bakar mı diye umutla baktı. Ama Esma bakmadı ona bir daha. İnatla başka yere bakmayı sürdürdü. Sanki sevgilisi dönmemiş, sanki onca zaman onlar ayrı kalmamış gibi vurdumduymaz bir tavır içindeydi. Dağhan bakışlarını hüzünle yere indirdi.
-Durma, yanına git, dedi Engin onu hafifçe iterek.
-Hayır, dedi Dağhan.
-Ah hadi ama, dedi Engin ama Dağhan inatla bir kez daha:
-Hayır, dedi ve diğer arkadaşlarının yanına gitti. Boğazına yerleşen o lanet yumrusuyla. Kim ne dedi, ne sordu, nasıl bir şaka yaptı bilmiyordu. Sorulara pek de umursamadan cevaplar veriyor, konuşulanları dinliyormuş gibi yapıyor ve durumu kurtarmak için arada bir gülümsüyordu. Aklı yaklaşık 5 metre ötesinde oturan o inatçı güzellikteydi. Neden bu kadar inat ediyordu ki sanki? Neden Dağhan'ın yanına gelmiyordu. O kadar günden sonra hiç mi yumuşamamıştı? Dağhan onun yanına gidemezdi, çünkü ayrılık lafını dile getiren Esma olmuştu. Onun gelmesi gerekiyordu. Ondan da bir adım olmadığına göre bu iş böyle sürecek miydi? Dağhan onu görürken, ondan böyle uzakta durmaya, ona dokunamamaya, dilini dudaklarında hissedememeye Tanrı bilir daha ne kadar dayanabilirdi? İçindeki bu aşk, özlem ve tutku ateşi onu yakıyordu.