Şebnem Ferah | Eller Günahkar
"Ölüme bu kadar yakın olmuşken... Neden yaşamaktan vaz geçmeyelim ki?"
-
Sefa'dan.
Küt... Küt... Küt... Boğumlu gelen gürültü, kalabalığın içinden sıyrılan ayak sesleri, ismimi haykırarak söyleyen tanıdık sesler. Hepsi, beynimin içinde dönüp duruyor, zihnimi çevreleyen duvarları zedeliyordu. Tüm o kirliliği bastıran ritimle gözlerimi kırptım, sadece bir defa. Bedenimi saran acı, zehirden farksızdı, hergeçen saniye damarlarıma işliyor ruhumu özgürlük fırsatıyla kışkırtıyordu.
"Sefa!"
Kollarımı saran ellerle birlikte dudaklarım hafifçe aralandı, kilitlenmiş gibiydim. Ne konuçabiliyordum ne de, tepki verebiliyordum. Bedenimi doğrultmaya çalışan ellerlerle birlikte kafam tekrar geriye yattı. Sanki, zamanın sesi kısılmıştı, ilerliyor ancak ses yoktu. Üst üste patlayan silah sesleri, bir gidip bir gelen endişeli suretler ve göğsümden gelen o bozuk ritim.
"Arabaya taşıyın onu!" Kollarımı, bacaklarımı ve ensemi kavrayan kollarla birlikte bedenimin yerle teması kesilmişti. Bir patlama sesi daha... "İndir şu adamı Bora!" Mete'nin büyük bir hırsla söylediği bu sözü duymuştum en son. Görüş açım bir kararıyor bir netleşiyordu, bedenimdeki tüm o mecal akıp gidiyordu sanki. Bir an için ölümü hatırlamıştım.
Ölüm küçümseniyordu. Hiçe sayılıyordu. Ama ben, şu an da o hiçe sayılan, kolay sanılan ölümle burunburunaydım. Dudaklarım biraz daha aralandı, göz bebeklerim kafamla birlikte sağa doğru kaydığında nefes alışlarım kesik kesikti artık. Görüş açım boş bir noktaydı ilk önce. Sonra, dipsiz karanlık bir kuyudan farksızdı. Göz kapaklarım kapalı değildi ama görme yetimi kaybetmiştim.
Ölümü damarlarına kadar hissetmek, ruhunu teslim etmekle bir mi? Değildi ama, damarlarıma kadar hissediyordum.
*
Zeynep'ten
"Sefa! Sefa, aç gözlerini. Ben sana Melek'e kavuşacaksın derken bu günü kast etmedim oğlum!" gözleri hafifçe aralandı, öksürdü ve tekrar kapandı. "Sefa!"
"Peşimizde birileri var mı!" gözlerim Bora'ya kaydı kısaca, "Ulan birileri olsa kaç yazar çocuk ölüyor! Hastaneye sür Mete!" Mete öfkeyle direksiyonun ortasına, kornaya vurdu bikaç kere. "Sür lan sür şu arabayı *rospu çocuğu!" Ece korkuyla yüzünü kapatıp başını öne eğdi, Ceyda ise donmuş bir biçimde başı dizlerimin üzerinde olan Sefa'ya bakıyordu.
"O ölmez değil mi?" öfkeyle parlayan gözlerim Ceyda'ya kenetlendi. "Aptal aptal konuşma Sefa'ya hiçbir şey olmayacak." titremeye başlayan ellerini fark edince duraksadım. Elleri titriyordu. "Ceyda, i-iyi misin? Ceyda." başını öne eğip titreyen elleriyle ensesini örttü. Ön tarafta oturan Bora kafasını buraya çevirirken Mete kısaca arkaya bakıp sonra tekarar yola bakmak zorunda kalıyordu.
"İyim, ben... Yıldız'ın ölümünü... O da böyleydi, gözlerini açamıyordu... Sonra-" nefes nefese kalmıştı. "Sonra çırpınmaya başladı, her tarafı yanıyordu... Öylesine çığlıklar atıyordu ki... Canı çok yanmıştı, sonra... Sonra durmuştu, çırpınmıyordu. Gözlerini kapattı ve bir daha da açmadı." gözlerimi yumdum. "O, ölmüştü."
"Ceyda..."
"Melek... Onu bulduğumuzda mahvolmuştu, gözleri şişmiş, üzerindeki kıyafetler parçalanmış... Acı çekiyordu. Kendinden nefret ediyordu... Dinlemedi bizi! O silahı çenesinin altına yerleştirip sıktı..." dişlerimi öylesine sert sıkıyordum ki, "Terk etti bizi, en yakın arkadaşım gözlerimin önünde öldü Zeynep!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARAMPARÇA 2 | Bencil
Teen Fiction#58 "Kirli ruhun, tutsak bedenleri..." Doğrular ya da yanlışlar. Kurallar ve yasaklar... Hayatın kendisiyle tanışan bir grup gencin çevreleriyle olan sınavında zorluklar katlanılamaz hâle gelir, kendi hayat mücadelerinde hedefleri için savaş verenle...