Uyandığımda kendimi yatağa hapsolmuş gibi hissediyordum. Kıpırdamaya çalıştıkça yatak beni kendine çekiyordu sanki kalkmayacaksın dermişçesine, hiçbir zaman da kalkamayacaksın, yürümeyeceksin, özgür olmayacaksın, ve en önemlisi de yaşamaya devam etmeyeceksin.
Belki de ben şizofren gibi düşüncelere kapılmıştım. Hastalığımdan dolayı içimde oluşan korkuyu dışarı vurmaya, başlamıştım. Bunun diğer insanlara zarar, vereceğini bile bile bunu yapmaktan vazgeçmeyecektim. Ben neysem oydum bu yaşıma kadar yalnız yaşamıştım, yalnız büyümüştüm bana kimse destek çıkmamıştı. Kendi ayaklarımın altında durmaya çalışmıştım zorlanmıştım. Neler düşünmüştüm intihar etmek, hayatıma son vermek, en önemlisi bunları düşünmüştüm işte.
Şimdi de hayatımın aşkını bulmuşken, onunla daha istediğim hiçbir şey yapamamışken, onunla daha tam olarak mutluluğa varamamış, onunla daha tam olarak huzurlu bir şekilde yaşayamazken bu hayattan, göçüp gidecek miydim?
Onun haricinde arkamda bırakacağım kimse yoktu zaten, kimse ben ölsem üzülmezdi, sadece o kahrolurdu, sevgilim.
Benden çok onu bırakmaktan korkuyordum zaten şimdi evde Yalnızdım Tek başıma yatıyordum öyle.
Eve gelmesini beklerken saatler geçmiyordu. Ona her zamankinden daha iyi davranmaya çalışıyordum, çünkü korkunca bunu anlıyordu. O da korkucaktı, şüphelenecekti belki de.
Hayatımın bana da gülmediğini biliyordum. Bu ailemden çok belli değil miydi, zaten? Hayat şimdi de, beni almak istiyordu.
Eskiden olsa bölme umursamazdım. Çünkü Yaşamak için bir sebebim yoktu, ama şimdi ise yaşam sebebim vardı her şeyiyle yaşamama sebep olabilecek Min Yoongi.
Belki bizim hikayemizin sonu, mutlu sonla bitmezdi. Ama ikimiz de mutlu olmayı hak etmiştik, çok hasar almıştık bu hayatta. Birbirimizi bulmuştuk sonra birbirimizin, tutunacak dalları olmuştuk.
Bu kadar mutluyken benim hüsran içinde gitmem ne kadar doğru olurdu ki?
Onunda peşimden acı çekmesi.
Eğer ona bir şey olursa ben ölürdüm.
O benim herşeyimdi her zaman da öyle kalacaktı.
Onun bakışları beni benden alıyordu. Beni, hayata bağlıyordu gülüşleri. Dudakları, gitme benimle kal diye bağırıyordu sanki. Gözleri bana bakarken gülüyordu sanki.
Ben bu kadar şeyin içinde, nasıl bırakabilirdim bu adamı? Bu mükemmel adamı, her şeyi ile benim olan adamı.
Belki de ben kötü düşünüyordum.
Belki de ben ölmeyecektim, belki de biz sonsuza kadar mutlu olacaktık? Hatta, hayalini kurduğumuz o tatlı çocuklar evimizin etrafında dolaşacaktı?
Hayatım inanmamakla geçmişti benim, kimseye güvenemezdim kimseye inanmazdım zaten kimsem de yoktu ki. Yaşamak için bir sebebim yoktu diyorum ya sürekli.
Ben mutlu olmak istiyordum, mutlu olmaya devam etmek istiyordum.
Yoongi ile çok ama çok mutluydum.
Onunda aynı şeyleri hissettiğini, biliyordum. Biz birbirimize, iyi geliyorduk. Biz birbirimizin, herşeyiydik. Ben gidersem eksik kalacaktık. Benim gitmemem gerekiyordu, ben gidemezdim. Mücadele edecektim. Bunu yapmak zorundaydım. Kendim ve sevdiğim, adam için.
"Bunu yapacaksın Eun Hee." Diye mırıldandım kendime, aynı zamanda yüzümde büyük bir gülümseme ile hani şu Yoongi'ye sunduğum gülüşlerimden. Kanseri yeneceğimi, düşünmek bile güç veriyordu. Her şey güzel olacaktı. İnanıyordum. İnanmak zorundaydım. Bunu yapabilirdim."Kanseri, yenecektim..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
First Love / M Y G
Fanfiction-yoongι ve eυn нee вιrвιrlerιnιn, ѕonѕυzlυğυ olмυşтυ- ❤❄ "Hayatıma bu kadar kısa sürede girip, bütün ruhumu nasıl ele geçirebildi?"