'' Bir zamanlar çok küçük görünen ama aslında çok büyük olan bir ev varmış.'' Diye mırıldanınca annem hemen yıldızları izlemek için özenerek hazırladığım yerden kalktım. Çocuksu bir sevinç ve masumlukla yatağıma koşturdum. Annem bütün güzelliği ve bir kadının olabileceği en zarif şekilde yorganımı kaldırarak içine oturdu. Ben de hızlıca yatağın içerisinde girerek küçük kollarımı annemin ince beline sardım. Saçlarından almaya alışık olduğum vanilya kokusunun uykumu getimesine bayılırdım.
''Bu evi hayal gücü olmayan insanlar önyargılı bir şekilde küçük görürlermiş. Ama önyargının hayattaki yerinin ancak bir toz kadar değerli olduğunu düşünen ve hayal kuran insanlar o evin aslında gerçekte bakıldığında ne kadar büyük olduğunu görürlermiş.'' Hayranlıkla annemi dinlerken gözümün önünde bir ev canlanmıştı bile. ''Önyargı.'' dedi annem. ''Önyargı insanların birine ya da bir şeye besleyebileceği en kötü duygudur.'' Kapattığım gözlerimi açarak annemin ciddi bir hal almış suratına baktım. Ay ışıkları yüzünü bir porselenden farksız kılıyorken her zaman ki gibi mükemmel gözüküyordu. ''Nefret gibi mi anne?'' Ciddi bakışları bana bakınca yumuşadı. Yavaşça eğilerek burnuma bir öpücük kondurdu. ''Nefret gerçek olduğu zaman tehlikelidir birtanem. Önyargıyla oluşan bir nefret gerçek olamaz. Çünkü önyargılı bir insan ne görmek istiyorsa onu görür. Gerçekleri aramaz.'' Bir şey anlamamıştım ama ona bir yetişkin gibi görünmek istediğim için kafamla onayladım. Annem her zaman haklı olurdu. Buna emindim.
''Nerede kalmıştık? Ihm evet, hatırladım. Bu güzel evin içerisinde bir kız yaşarmış. Kız çok güzel ve zekiymiş. Yalnız olduğunu düşünürmüş hep. Arkadaşlarının ve oyuncaklarının olmaması onu üzüyormuş. Bunu gören annesi de çok üzülüyormuş. Bir gün aklına bir şey gelmiş annenin. Kızını çağırmış karşısına ve konuşmuş. Demiş ki; Bir insanın yalnız olduğunu düşündüğü her noktada onu izleyen biri vardır. Bu yaşayan biri olmak zorunda değil birtanem. Asla yalnız olmayacaksın. Çünkü aramızda ne kadar mesae olursa olsun yanındayım. Bedenler yer değiştirir ama kalpler asla.''
''Bu ne demek anne?'' Diye sordum uykulu gözlerle anneme. ''Bu şu demek bebeğim; Hep senin yanında olacağım. Olmadığımı düşündüğün zamanlarda bile.'' Küçük kızın bana çok benzediğini uykuya dalmadan önce fark ettim.
''Yarın seni lunaparka götüreceğim meleğim. '' Son duyduğum şeyler sayesinde sevinçle uykuya daldım.
Uyandığımda kendimi bulmayı beklediğim yer kesinlikle burası değildi. Ben yine içimin sıkılmasını sağlayacak o beyazlarla dolu odada uyanacağımı sanmıştım. Ama burası oranın tam zıttıydı. Siyah duvarlar ve posterler, birkaç tane gitar ve küçük bir televizyon haricinde odada uyandığım yatak, geniş bir dolap vardı. Oda 18'li yaşlarda bir erkeğin odasına benziyor olsa da çok hoşuma gitmişti. Yine bi pencerem yokt ama dikattimi dağıtacak birçok şeyim vardı. Belki bir yerlde birkaç kitap da bulabilirdim. O zaman dünyalar benim olurdu.
Ağlamaktan gerilmiş yüzümü ellerimin arasına alarak uykulu halimden kurtulmaya çalıştım. Tam o sırada dışarıdan gelen sesleri duydum ve yanlış olduğunu bile bile dinlemeye başladım. Tanrı aşkına burada kaçırılmışım, onları dinlediğim için bana kızamazlar. Evet içimdeki küçük şeytan haklısın.
''Bana ne yapmam gerektiğini söyleyemezsin!'' İşte hayatınızda görüp görebileceğiniz en sinirli uzaylı bağırıyor. ''Onu kendi odana öylece sokamazsın. Kaçmaya çalışabilir!'' O dedikleri kişinin benim olduğunu anlamak için çok düşünmem gerekmedi. Ama bu odanın Harry'nin odası olduğuna inanmam için birkaç saniye geçmesi gerekti. ''Kaçmayacağını sana daha kaç kere söyleyeceğim?!?'' Anladığı bir nokta varsa o da kaçmayacağımdı. Bir dakika o benim için mi kavga ediyor? Öyleyse içeri girdiğinde yeni bir beyin travmasına hazır olmalıyım. Korkmamam hazırlıklı olmamam gerektiğini değiştirmiyor. ''Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun Harry?!? Onu odasına geri götüreceksin o kadar!'' Bir şeyin kırılma sesi geldiğinde korkuyla yataktan kalktım ve kapıya yürüdüm. Kavgayı durdurarak odaya geri gideceğimi söyleyecektim. Kapıyı açtığımda birbirlerine yumruk atan iki kişi görmeyi beklemiyordum.
''Durun! İkiniz de!'' İki kafa bana dönünce olduğum yerde kaldım. Siyah saçlar ve ela gözler. Saç modeli ve oldukç gelişen vücudu haricinde hala aynı çocuktu. Zayn. Annemin görüşmemi istemediğini çocuk. O da aynı şekilde gözüküyordu. Nefesim tıkandı.
''Zayn.'' Harry kaşları çatık bir şekilde yüzüme bakmasaydı kaşının patladığını fark etmeyecektim. Biran dikkatim dağıldı. ''Kaşın patlamış.'' Zayn gözlerime bakmaya devam ediyordu. Ses çıkarmadım. ''Sen o Clara'sın.'' Kafamla onayladım. ''Annem seninle görüşmemi yasaklamıştı.'' Aynı anda konuştuk. Harry kolumu tuttu. ''Bu güzel konuşmanız bittiyse artık gidelim mi Clara?'' Kaşlarımı kaldırdım. ''Nereye?'' Harry kaşlarını daha da korkunç bir hale getirerek çatsa da ses çıkarmadım. Korkmuyorum. Bu arada Zayn'in de burnu kanıyordu. İnsanın canı acır yani. Bunlarda nerede!
''Harry şimdi sana inandım. Clara kaçacak kadar korkak değil. Güzel bir kız olmakla kalmıyor akıllıda.'' Yüzümde utangaç bir ifade oluşunca kafamı eydim ve domates rengini alan yüzümü eski haline getirmeye çalıştım. Bana güzel olduğumu annemden sonra söyleyen ilk insandı Zayn. Bunun benim için önemini bilemezlerdi. ''Zayn ben burada kalacağım tabi Harry de uygun görürse. Sonuçta onun odası.'' Kafasıyla onayladı. ''Hay hay prenses.'' Gülümeseyerek göz kırptı ve dünyaya yeni bir meteorun düşmesini izlemem gibi bir fırsat ile karşı karşıya gelmemi sağladı.
''Hala neye bakıyorsun sen?'' Sesini duyunca Zayn'in gittiğini benim ise hala arkasından baktığımı fark ettim. ''Meteora bakıyorum.''

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALİEN
FanfictionBüyüdüm. Büyüdükçe kabalaştım, soğuklaştım, umursamaz oldum. Büyüdükçe duygularımı gizlemeyi öğrendim. Büyüdükçe insan olmayı unuttum. Ben bir uzaylıyım. Gerçek bir uzaylı. Bir yaratık olmadığım zamanlarda insan olmam gerekirken bile uzaylıyım ben...