Yağmur damlaları tüm ağırlıklarını camlara bırakarak gecemden birer birer süzülürken evin içinde hüzünlü bir piyano müziği hakimdi. Evin sıcaklığı nedeniyle buharlanmış camların ardında bulunan dünya beni ürkütüyordu. Burnuma dolan yanan et kokusu rahatımı kaçırmamıştı. Dinmiştim. Ağlamaya ara vermiş, olmadığım biri gibi davranmaya başlamıştım.
İlk kaçırıldığım zamanlarda her şeyden bihaberdim ama bu Harry'ye karşı güçlü gözükmemi etkilememişti. Tehditleri her gün kalkanımı biraz daha aşındırsa da duruşumdan taviz vermemiş, güçlü olmaya devam etmiştim. Bunun nedeni güçlü hissetmemdi. Rol yapmaya ihtiyaç duymadığım tek şey buydu. Şimdi ise yüzüme taktığım gülümseyen ve olanlara aldırmayan kız kavgası hıncını içimden çıkarıyordu. Sahte kişiliğim kalbimle bir oyuncakmışcasına oynuyor, canımı acıtıyordu.
Çok kırılmıştım. Hayatın adımları beni yormuş ve güçlü olmaya zorlamıştı. İnatçı kişiliğim yıkılmamı engellediğinden her seferde etrafıma daha kalın bir maddeden duvarlar örebilmiştim. Bu kalın duvarlardan acım taşamazdı. Şimdi ise duvar yıkılmamak için direniyor gibiydi. İçinde bulunan kişi gerçekti. Çırılçıplak, güçsüz biri. Artık güçlü görünecek gücü kalmamış yaşlı bir ruhtum ben bedenim genç olmasına rağmen.
Rol yapmak bir çözüm değildi. Hiç olmamıştı.
''Sanırım yaktım.'' Yakmıştı. Sorun olacağını düşünmeyecek kadar ben değildim. Etlerin yenecek kadar iyi olduğuyla ilgili yalan söyleyecek ve yiyecektim. Normalde yanık bir şey yapmanın kanser olma tehlikesini arttırdığı ile ilgili bir nutuk çekerek etlerin hepsini çöpe atar ve aperatif bir şeyler hazırlamaya başlardım. Ama yapmadım.
''Yenilecek kadar iyiler.'' Tavadan etleri kaldırırken ona yardım ettim ve yanık kokusunun beni rahatsız etmesini umursamamaya çalıştım. Odanın içi boğucu bir sıcaklıkla sarmalanmıştı. Bir robot gibi yeşillikleri doğramaya devam ederken terlemek bile beni rahatsız etmiyordu ki zaten.
Eskiden bizim için ideal olduğuna inandığım küçük yuvarlak masamıza tabak ve bardakları yerleştirirken Harry'nin gözlerinin buruk bir şekilde beni izlediğinden bihaberdim. Yeşil irisleri acı içinde taşlaşmış ifademi incelerken kalbi en az benim hissettiğim kadar kırıktı. Ağlamaktan nefret ederdi o da her erkek gibi, şimdi ise yere çöküp hıçkırmamak için zor tutuyordu kendini. Bense bunların hiçbirini göremiyordum. Acım gözlerimi aşka kör ediyordu sanki.
''Clara?''
''Efendim.''
''Seni seviyorum.''
''Ben de seni seviyorum.'' Gözlerine bakamamam yalan söylediğimden değildi. Bakamıyordum. Bakamayacaktım. Bakamazdım. Bakmadım.
''Lütfen bana bak.'' Gözlerimi duvarın tavanla birleştiği noktaya dikerken ördüğüm duvar dik duramadı ve kendini yere bırakarak beni gözler önüne serdi. Sol gözümden usulca süzülen yaşla ellerim sandalyeyi sıkıca kavrayarak güçlü kalmaya çalıştı.
''Yarın gidiyorsun Harry.'' İkinci damla sağ gözümden, sol gözümden indiğinden daha büyük bir hızla aşağı yol alırken sol eli belimin hemen üstünden kavrayarak ona bakmamı sağladı. Gözleri benim zaafımdı. Yerle bir olmuştum.
''Ben, ben güçlü olmaya çalışıyorum Harry. Dayanmaya çalışıyorum. Kafamda gerçek olmayacağını bildiğim senaryolar kuruyorum. Ama olmuyor. Dayanamıyorum. Sensiz kim olacağını bilmiyorum.'' Ellerimi beline sararak yüzümü boynuna gömdüm ve acımı ondan biraz daha gizlemeye çalıştım.
''Geçecek.'' Dedi. Sadece bunu söyledi. Yedi harften oluşan tek bir kelimeden başka hiçbir şey söylemedi. Geçmeyecekti.
''Yalan söylüyorsun.'' Kafasını boynuma yaslayarak heybetli bedenini bedenime sararken nefesimi tutmuştum. Yarın olup bu saate vardığımızda ona böyle sarılamayacak olmak ürpermeme neden olurken ağzımdan kaçan nefes ile gözlerimi yumdum.
''Seni seviyorum.''
''Ne?''
''Başka hiçbir şey önemli değil, insan. Seni seviyorum, sen de beni seviyorsun. Nerede olduğumuz önemli değil. Aramıza lanet olasıca kilometrelerin girmesi bir şeyi değiştirmez. Bizi gerçek kılan bu. O yüzden sana 'seni seviyorum' harici bir şey dememi bekleme çünkü seni seviyorum. Bu ölene kadar mücadele etmem için en büyük neden.'' Burnumu çekerek onu onayladım ve kafamı omzundan kaldırarak gözlerine baktım. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Belimdeki ellerini daha da sıkılaştırdı.
''Bir şeyi unuttun?'' Dedim.
''Neyi?''
''Ben de bir insan değilim.'' Gülerek burnuma bir öpücük kondurdu.
''Doğru, sen bir cadısın.'' Kaşlarımı çatmaya çalışsam da gülmeden edememiştim. Kahkahalarımız akşama karışırken dakikalar aktı ve bizi son olduğunu düşündüğümüz güne hazırladı.
Zamanı durduramazdınız. Ona ayak uydurmanız gerekirdi. Bunu yeni öğrendiğim için çok pişmandım. Ama bunun için pişman olmak yerine vaktimi değerlendirmeyi seçtim. Hayata uyum sağlamanın tek yolu buydu.
Ve benim için yarın hayat duracaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALİEN
FanfictionBüyüdüm. Büyüdükçe kabalaştım, soğuklaştım, umursamaz oldum. Büyüdükçe duygularımı gizlemeyi öğrendim. Büyüdükçe insan olmayı unuttum. Ben bir uzaylıyım. Gerçek bir uzaylı. Bir yaratık olmadığım zamanlarda insan olmam gerekirken bile uzaylıyım ben...