Hailie
Kaldırımın kenarında oturuyor, öylece etrafı seyrediyordum. Yaşadığım şoku yavaşça atlatmam, bacaklarımdaki yaraların canımı yakmasına sebep oluyordu.
Durumun ciddiyeti geçen her dakika yüzüme daha da sert çarpıyordu. Nasıl bu hale gelmiştim ben? Bu durumdan nasıl sıyrılacaktım?
Arabanın sahibi elindeki su şişesiyle Jake'in peşinden koşuyor, telaşla sesleniyordu.
"İyi misiniz!? Sizi hastaneye götüreyim."
Jake ise umursamıyordu bile. Onun için acı kavramı, sadece yüzünü buruşturmaktan ibaretti. Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Bu aptalca hareketleri de destekliyordu bunu.
Adam ona daha da yaklaşıp elini omzuna koyduğunda, bu sefer tepkisiz kalmamıştı Jake. Sinirle döndü arkasını.
- Neden o arabanla beraber basıp gitmiyorsun sen!?
Adam şaşkınlıkla elini çekti. Hoş, şaşırmasının nedenini anlamak zor değildi.
- Dostum iyi olduğunuzdan emin olmak istedim. Ayrıca hatalı taraf sizsiniz.
Jake derin nefesler alıyor, sakinleşmeye çalışıyordu.
- Biraz daha burada kalmaya devam edecek olursan, seni hastaneye götürmemiz gerekecek. Anlıyorsun değil mi?
Adam bir şeyler mırıldanarak arabasına ilerlerken, Jake beni kucaklamaya yelteniyordu. "Sakın!" Diyerek ittirdim uzanan ellerini.
- Bana dokunma! Biraz aklın varsa buradan defolur gidersin.
Dağılmış saçlarının üzerindeki şapkasını düzeltirken, olabildiğince iğneleyici bir sırıtış attı.
- Ah güzelim, artık naz yapmayı bıraksan mı? Bak ne haldeyiz.
Tahammül sınırlarımı zorluyor, ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Artık gerçekten bir şeyler yapmak zorundayım dediğim andaydım işte. Bana yaşattıkları artarak devam ediyordu.
Nick'e olanları anlatmadığım her dakika hayatıma daha da yerleşiyordu bu herif.
"Sana son uyarımı yapıyorum. Defol buradan!"
Sinirden deliye dönmek üzereydim neredeyse. Arada bir geçen araçlar dışında hiçbir şey yoktu etrafta. Şöförler de bizi gördüklerinde başını çeviriyor, hepsi görmemiş gibi yapmayı seçiyordu bu manzarayı.
Kaldırıma savrulan çantama uzandım. O kadar paniktim ki, fermuarı açarken ellerim titriyordu. Çantamdan çıkardığım bir şişe suyu yaralarıma dökerken, pamukla da toprak ve taş kalıntılarını temizliyordum. Hissettiğim acıyla gözlerimi kapattım.
Bacağımın bir bölümü o kadar kanıyordu ki, güçlükle elbisemi çekiştirdim. Yırtılan kumaş parçasını yaralı bölgeye bağladığımda, Jake hâlâ karşımdaydı. Ve beni süzüyordu.
- Hailie, beni o kadar baştan çıkarıyorsun ki, bir kadına karşı nasıl bu kadar sevgi duyduğumu merak ediyorum.
Yüzünü görmek bile midemi bulandırmaya yetiyordu. İğrenerek baktım suratına.
- Sevgi duyman gereken ben değilim orospu çocuğu! Evindeki karın.
"Yo, yo yapma lütfen" derken kelimeleri uzatıyor, beni ciddiye bile almıyordu.
- Karım değil, sevgilim. Ve ayrıca, neden senin bembeyaz, pürüzsüz tenini hissetmek varken evdekiyle yetineyim?
Dilini dudağında gezdirerek bana doğrulduğunda, çantamdan çıkardığım biber gazını gözlerine püskürttüm. Acıyla bağırıyor, bana küfürler ediyordu.
Aceleyle yerimden kalktım. Var gücümle uzaklaşmaya çalışıyordum Jake'den. Çantamın karışıklığının içinden telefonumu çıkarıp, Nick'in numarasını çevirdim.
Sesini duyduğumda içimde oluşan rahatlama duygusunu hissediyordum. Ağlamaya başladım. Tam konuşmaya hazırlanıyordum ki, bunun bir mesaj bırakma iletisi olduğunu anlamam uzun sürmedi.
- Nick, yardıma ihtiyacım var. Hemen gel lütfen!
Ağlıyor, elimin tersiyle gözlerimi siliyordum.
- Yalvarıyorum sana, attığım konuma gel Nick. Lütfen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kilitle
General FictionTakıntılı, sevdiği kişiyi kendine saplantı haline getiren biri, bir ilişkide nasıldır?