48. Bölüm | Telefon Görüşmesi

1K 45 12
                                    

Hailie

   Perdenin arasından yavaşça içeri doldu gün ışığı. Gözlerimi aralamakta zorlanıyor, yönümü bile çeviremiyordum yatakta.

Gece boyunca hareket ettiremediğim kolumun mu, yoksa Nick'in sarılmasının mı beni çok rahatsız ettiğini geçiriyordum içimden.

Ah hayır, bunun bir cevabı yoktu.

Elimden geldiğince düzelttim pozisyonumu. Kıpırdamalarımla, Nick başını daha da gömdü göğüsüme. Onu üzerimde hissetmek bile içimi titretiyordu. Ne zaman anlayacaktım iyi davranarak ondan kurtulamayacağımı?

Kaybedecek neyim vardı artık? Ailem mi, yoksa geleceğim mi?

Hiçbir şeyim kalmamıştı.

Nick'in hareketlenmesiyle kapattım gözlerimi. Uyanık olduğumu bilsin istemiyordum, nefes almayı bile bırakmıştım bir anlığına.

Yattığı yerde gerindi, üzerime çıktı yavaşça. Yüzüme gelen saçlarımı geriye aldı sonra da.

"Uyumadığını biliyorum Hailie. Açabilirsin gözlerini."

Kahretsin! Kimi kandırıyordum ben?! Bu adamı alt etmenin bir yolu olmayacak mıydı hiç?

Gözlerimi açtığımda, suratına yerleştirdiği gülümsemeyi fark ettim.

"Bir dahaki sefere nefes al Hailie. Belki daha inandırıcı olur."

Aynı anda birçok hissiyat duyuyordum. Fakat bunların en belirgini utançtı. Bozuntuya vermeden yatmaya devam ettim. Yatak başlığına kelepçelenmiş kolum da başka bir şey yapamayacağımı ifade ediyordu zaten.

Elinin tersini yanağımda gezdiriyor, hayranlıkla izliyordu beni. Her yaklaşmasında nefesim kesiliyordu.

Farkındaydı, onun için bir oyundu bu.

"Kendime engel olamıyorum Hailie. Seni deli gibi istiyorum."

Söyledikleriyle göğüsüm inip kalkıyor, nabzım kontrolden çıkıyordu. Tamamen yerleşti üzerime. Tüm bedenini hissediyordum artık.

Dudaklarımızı yaklaştırdığında, olabildiğince yastığa gömdüm başımı. İçimden çok şey geçse de, sadece "N-Nick" adı dökülüyordu ağzımdan.

Baştan çıkaran kokusunu tekrar yakından hissediyordum. O yemyeşil gözleri yeniden çekiyordu beni içine. Ne oluyordu, öpmesini mi istiyordum gerçekten?!

Rahatlamaya çalışarak teslim ettim kendimi. Beni öpmeye başladığında, içimdeki heyecanı zapt edemiyordum.

Pişman olacağımı bilsem de, karşılık veriyordum ona. Geçen her saniye, daha da emin oluyordum beni istediğine.

Öpüşleri sertleştikçe ayak uydurmakta zorlanıyordum. Ellerimle çevreledim yüzünü. Yaptıklarım hayal gibi geliyordu.

Dudaklarımdan aşağı inmeye başladı. Onu boynumda hissettiğimde, vücudumdaki her bir uzuvun dermanı kesilmişti sanki.

Bitirmek zorundaydım, bir öpüşmenin her şeyi unutturmasına izin veremezdim. Hızla ittirdim Nick'i üzerimden, sinirle baktım ona.

- Ne yapıyorsun sen?! Çıkar şu kelepçeyi.

Derin bir iç çekerek devirdi gözlerini. Komodine uzandı, anahtarı alıp çıkardı kelepçeyi kolumdan.

Buradan kaçmayı amaçlarken unuttuğum bir şey vardı; vahşi bir hayvandı Nick.

Ve her ne olursa olsun, vahşi hayvanlar doğasına dönerdi.

Beni kandırmasına izin vermeyecektim, bu sefer karıştıramayacaktı aklımı.

- Senin için doldurduğum dolabı beğendin mi? Zevkine uygun şeyler seçmeye çalıştım.

Bir anda devasa gardroba takıldı gözlerim. İçerisi tıklım tıklımdı. Benim için bunlarla mı uğraşmıştı gerçekten?

Vücudumu süzmeye devam ederek camın önüne oturdu. Bir şey söyleyecek gibiydi, fakat toparlayamıyordu. Hafifçe araladı ağzını, sonra da gülmeye başladı.

"Nereden başlasam bilemiyorum."

Gizemli tavırları merakımı arttırıyordu. Söyleyeceklerini duymak istesem de müdahale etmedim, devam etmesini bekledim sessizce.

- Seni seviyorum Hailie. Sana dair her şeyi seviyorum. Seni düşünerek hareket etmeyi, sana bakmayı, senin için kendimi tutmayı seviyorum.

"Önemli bir şey söyleyeceğini düşünmüştüm." Dedim yataktan doğrulurken. Belli etmemeye çalışsa da hayal kırıklığını görüyordum gözlerinde.

Söylediklerimle afalladı, çok geçmeden topladı kendini. Elini cebine attı.

"Senin için büyük risk aldım."

Merakla izliyordum onu. Cebinden bir telefon çıkarmıştı. Ve bu telefon ikimize de ait değildi.

"Nick ne yap..."

Lafımı bitirmeme izin vermeden kalktı yerinden. "Şş" diyor, parmağını dudağıma bastırıyordu. Ah tanrım, sanırım artık korkmalıydım!

Elini dudağımdan çekip bir numara tuşladı hızla. Çatık kaşlarım ve büyüyen gözbebeklerimle bekliyordum bir sonraki hamlesini. Telefonun diğer ucundaki kimdi?

- Günaydın, Hailie'yle konuşmanın zamanı geldi artık.

Sesi otoriter, bir o kadarda soğuktu.

Birkaç saniyenin ardından aramayı hoparlöre alıp bana doğrulttu telefonu. Tereddüt ediyordum, konuşmadan bekledim duyacağım sesi.

"H-Hailie!"

Adımı söyleyen kişiyi tanıyordum, fakat cevap veremeyecek kadar işlevini yitirmişti beynim.

"Özür dilerim, böyle olmasını istemezdim. Seni kurtarmak gibi bir seçeneğim yoktu."

Bakışlarımı Nick'e yönelttim hemen. Her şey gayet açıktı, ben algılayamayacak kadar şaşkındım.

"Nick bana zarar vermedi. Hayatıma devam ediyorum. Yaşananları değiştiremem, polisi arayamam, kendimi ve oğlumu riske atamam Hailie. Çok üzgünüm."

Son sözlerinde sesi titremişti Jenna'nın. Gözyaşlarının akmak üzere olduğunu buradan bile anlamıştım.

"Jenna lütfen!" Dedim yalvarırcasına. Hiç düşünmeden sonlandırdı aramayı. Bana yardım etmeyecekti, oğlunun hayatı için endişeleniyordu sadece.

Telefonu tekrar cebine sokuşturup yanıma yaklaştı Nick. Kollarını bacaklarıma dayadı.

- Sen bana merhameti öğretiyorsun Hailie. Sırf sana söz verdiğim için öldürmedim o kaltağı.

Dizimi sıvazlayıp kalktı ayağa. Kapıya yürümeye başladı sarsak adımlarla. Bir yandan da söyleniyordu.

- Sevgilim, hâlâ kararını değiştirebilirsin. Jenna gerçekten büyük bir kayıp değil.

Odadan çıkmadan önce, son bir kez daha döndü arkasını.

- Kimse onun gittiğini anlamaz bile.

KilitleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin