60. Bölüm | Kendiyle Baş Başa

912 24 0
                                    

Hailie

   Bir hışımla çıkardım bagajdaki çantayı. Yaralarım hâlâ iyileşmediğinden, ufak ağırlıklar bile kaldırılması güç geliyordu bana.

Güneş tüm parlaklığıyla yüzümü aydınlatıyor, saçlarımı toparlayan gözlüğümü, başımdan indirmeme sebep oluyordu. Hiçbir şeyin moralimi bozmasına izin vermeyeceğim koskoca bir gün vardı önümde. Nihayet hastaneden çıkışım yapılmıştı.

Ne zaman eskiye döneceğimi bilmiyordum. Geçmişi hatırlamayı, rahatça hareket edebilmeyi ve yara izlerim olmayan vücuduma bakmayı çok özlemiştim.

Teyzem yanımdaydı, babam her gün olmasa da arayıp halimi soruyordu. Fakat annemden hiçbir haber alamıyordum. Büyükannemle kaldığı süre boyunca bir kızı olduğunu unutmuş muydu yani?

Haftalardır hastanede kalıyordum ben. Başımda beklemesi ve yalnız olmadığımı hissettirmesi gerekmez miydi?

Düşüncelerimden teyzemin gür sesiyle sıyrıldım.

"Hailie ne yapıyorsun?! Sana çantanı ben alacağım demiştim."

Yine küçük bir çocukmuşum gibi muamele göstermeye başlamıştı bana. İşte bu katlanamayacağım kadar rahatsız ediciydi.

Çevremdeki herkes gibi teyzem de hassas olduğumu düşünüyordu. Beni bıraktığı an hayatın tüm acı ve yükünün altında ezileceğimden adı kadar emindi. O yüzdendi bana gösterdiği çocuk muameleleri.

Annem babam boşandıklarında bile üzerime titremiş, hiçbir şeyden haberim olmazsa daha iyi hissedeceğime inanmıştı. Oysa ki ben öyle değildim; bir yalanın içinde yaşamaktansa acı çekmeyi tercih etmiştim hep.

Çantayı üstünkörü karıştırıp anahtarı aldım. Hoş, o karmaşanın içinde kısa sürede bulmam bir mucizeydi. Anahtarı çevirmemle içerinin kokusunun burnuma dolması bir olmuştu. Bir koku insana evine vardığını böylesine hissettirebilir miydi?

Annemin sıkmayı hiç ihmal etmediği yasemin parfümü, kapıdan girdiğim anda bile çarpmıştı yüzüme. Birbirinden uzak iki duyguyu da aynı anda yaşıyordum işte. Hem eve dönmüşlük hissini,

Hemde kaybolmuş...

Aklımın hiçbir köşesinde canlanmayan hatıralarımızda neler yaşamıştık? Ne kadar mutlu olup ne kadar üzülmüştüm bu evde?

Etrafı süzerek merdivenin başına geçtiğimde, teyzem aniden elimdeki çantayı kaptı.

- Bunu ben alıyorum küçük hanım. İçindekileri kirli sepetine bırakacağım. Hastane kokusundan güzelce arınsınlar.

Sanki berbat bir şeye bakıyormuş gibi izledi çantayı. Sonra da merdiveni tırmanmaya başladı. Bir yandan da hâlâ bana sesleniyordu.

- Ağır kaldırma, beslenmene ve uykuna dikkat et Hailie. Kendini yormadığın sürece istediğini yap.

Gözlerimi devirerek gülümsedim. Ondan bu ilgiyi görmek öylesine bir alışkanlıktı ki benim için, teyzemin önceliği olmayı seviyordum.

Gençliğinden beri bana en çok söylediği şey; beni kendi kızı gibi gördüğüydü. Acaba kendi çocuğu olsa bana yine bu değeri verebilir miydi?

Önümde duran merdiven, rahatsızlıklarımın da etkisiyle upuzun görünmüştü bana. Sonu olmayan dipsiz bucaksız bir yol gibiydi. Derin bir of çekerek tırmanmaya başladım basamakları. Bir yandan da üzerimdeki tişörtten kurtuluyordum.

Odama vardığımda elimdeki tişörtü nazikçe yatağıma bıraktım. Göz ucuyla da tekrar süzdüm o beyaz, artık kullanılmaya hali kalmamış kumaş parçasını. Onu şimdiden kafamın içinde atılacaklar listesine eklemiştim.

Bana bugünleri hatırlatan ne varsa kurtulacaktım hepsinden teker teker.

Dolabımın başına geçtim. Bıkkınlıkla kendime çektim kapaklarını. Elime ilk gelen kıyafeti geçirdim üzerime.

Benden neredeyse 3 beden büyük bir tişört...

Belki de uzun zamandır ilk defa bu kadar rahatlamış hissediyordum.

Balkon kapımı aralayıp dışarı süzüldüm yavaşça. Ayağım parkeye temas ettikçe, gıcırdama sesleri kulağımı dolduruyordu. Yavaşça bıraktım kendimi salıncağa.

Hastaneden taburcu olmuştum. Kendi odamda, kendi evimde kalacaktım artık. Günün her saati nasıl olduğuma bakmaya gelen doktorlar ya da hemşireler yoktu. Teyzemle yaşıyor, istediğimi yapmakta özgürdüm. Peki neden hâlâ içimde dinmek bilmeyen bir huzursuzluk vardı?

Neden hissettiğim rahatlamayı ve mutluluğu gözümü boyayan bir çift perdeden ibaret görüyordum?

Dizlerimi kendime çekip çenemi yasladım. Halim hiç olmadığı kadar düşünceliydi bu sefer. Aklımı kurcalayacak tonla soru işaretim vardı.

Kimdi o hastanedeki çocuk? Tuhaf tipli, kitaplarda betimlenenlerin vücut bulmuş haliydi sanki. Neden onu daha önceden tanıyormuş gibi hissediyordum?

Yüzündeki mahcup tavrı gözlerimin önünden gitmiyordu. Benimle her konuştuğunda bakışları durgunlaşıyordu, gizlemeye çabalıyordu çaresizce.

O annemin yakını değildi. Herhangi bir hastane görevlisini de andırmıyordu. Özel olarak benimle ilgileniyordu gerçekten.

Camdan dışarı baktığımda, temizlikçiyle konuştuktan hemen sonra bulunduğum odaya bakmasından belliydi. Benim için atıyordu adımını hastaneye.

Dışarı her ne kadar güçlü görünmeye çalışsam da içten bitik haldeydim. Sandıklarından fazla yaralarım vardı. Daha fazla canım acıyor, sevdiklerimin tavırlarını daha fazla kafaya takıyordum.

Bana yaptıkları yanlışlar için kafamın içinde onları haklı çıkarmaya çalışıyordum ben. İşte benim de sorunum buydu.

Öz babam sonradan tanışıp evlendiği kadın için, ölmemek için savaş verdiğim yoğun bakımda bırakıp gitmişti beni. Bazen teyzemle konuşur, halimi hatrımı sorar, beni istemeden kapatırdı telefonu.

Yaptığı evlilikten beri, onu haklı çıkaracak sebepler aradım ben. Yeni hayat kurdu dedim, mutlu bir evliliği, ve bakımını üstlendiği çocuklar var dedim. O çocuklar ise defalarca kez benim yanımda, o adama baba diye seslendiler. Gülümseyerek onların mutluluğunu seyrettim.

Peki ya annem? Ben böylesine çöküntüdeyken neden bana destek olmuyordu? Babamla ilk kez ayrıldıkları zamanı anımsıyordum.

Odasında yere çöker, sessiz sessiz ağlardı. Tüm gece elindeki birkaç deste fotoğrafa bakar, sonrasında ise sinirlenip yırtardı her birini.

Bunları gördüğümde küçüktüm, yanına gidip ona sarıldığımda da, vereceği tepkilere dair içimde tonla korku olurdu.

Fakat bir an olsun vazgeçmedim elini tutmaktan. Şimdi ise zor durumda olan bendim.

Annem neden benden vazgeçiyordu?

KilitleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin