32. Bölüm | Saç Telleri

1.4K 58 14
                                    

Hailie

   Yağmur damlaları camıma çarpıyor, gelen sesler ise tarifi olmayan bir mutluluk veriyordu bana. Açık balkon kapısından esen rüzgar saçlarımı uçururken, loş ışık gözlerimi yavaşça kapatmama neden oluyordu.

Uykuya dalıyor gibiydim ama çok şey geçiriyordum içimden. Hayatımı, annemi, Nick'i ve okulumu. Uğraşmak zorunda olduğum problemler okulumu hiç olmadığı kadar aksatmıştı zaten. Bu durumu düzeltebilecek miydim ben?

Peki ya annem? Sadece o uyurken ağlamayı ne zaman bırakacaktım?

Dışarıdan duyduğum seslerle kalktım yatağımdan. Sesler, rüzgar esintisi olamayacak kadar şiddetliydi. Yavaş adımlarla çıktım balkona.

Korkuluklardan tutarak aşağı göz gezdirdim. Kapüşonlusunun şapkasını başına geçirmiş, bana doğru bakıp gülümseyen Nick'i fark ettiğimde, yüzümde oluşan tebessüme engel olamadım.

"Özlemişsindir diye düşündüm" dedi alçaltmaya çalıştığı sesiyle. Başımı aşağı yukarı sallayarak devam ettirdim sırıtışlarımı.

"Ee, gelmiyor musun yanıma?"

Aceleyle girdim içeri. Balkonda birkaç saniye geçirmek bile beni titretmeye yetmişti. Dolabımın kapaklarını açıp Nick'ten ödünç aldığım (?) kapüşonluyu aramaya koyuldum hemen. Bu çocuğun kıyafet koleksiyonu beni deli ediyordu!

Üzerimi giyindiğimde, dolabımın alt rafından postallarımı çıkardım. Annemi uyandırmamak için aşağı kata inene kadar elimde taşıdım botlarımı.

Kapıya vardığımda ise aceleyle geçirdim ayağıma. Vestiyerdeki anahtarı kaptığım gibi çıktım evden. Koşar adımlarla arka bahçeye ilerledim.

Onu karşımda gördüğümde, bedenim benden bağımsız hareket etmeye başlamıştı. Ne olduğunu bile anlamadan, onun kucağında bulmuştum kendimi. Dudaklarımı izleyerek sırıttı.

- Bu anı ne kadar zamandır beklediğimi tahmin bile edemezsin.

"Edebilirim" dedim yüzümü daha da ona yaklaştırırken. "Çünkü ben de çok zamandır bekliyorum."

Beni öpmeye başladığında, çenesinden kavrayarak şiddetlendirdim öpüşmemizi. Onu öylesine özlemiştim ki, yırtıcı bir hayvandan farksızdım neredeyse.

Bacaklarımın altından beni tutuyor, ağaca yaslıyordu bedenimi. Atıştıran yağmur ve soğuk hava bile içimin sıcaklığını bastıramıyordu. Bacaklarımı arkasında birleştirdim. Kollarımı sardım boynuna.

Birkaç dakika sonra kendimi geri çektiğimde, dudaklarıma bakarak sırıttı.

"Çilekli mi? Parlatıcının tadına bayıldım."

Sırıtışlarına karşılık vererek başımı salladım.

- Nick bunu sabaha kadar bile devam ettirebilirim. Ama şu anda evde olmam en doğrusu.

"Anlıyorum" dedi yüzündeki tebessümü silerken. Beni kucağından indirdi.

- Hailie, her ne olursa olsun yanında olduğumu bil olur mu? Benden bir şey istemekten çekinme, gerektiği zaman ara...

Susuyor ve sadece gözlerini izliyordum.

- Ne pahasına olursa olsun hep burada olacağım. Tek istediğim, gülümsediğini görmek.

Bu sözlerinden sonra zoraki bir gülümseme yerleştirdim suratıma. Onu o kadar seviyordum ki, çabalayacaktım. Güçlü duracaktım karşısında.

- Nick hadi eve dön artık. Ben de öyle yapacağım, üşütmeni istemiyorum.

Beni belimden çekerek tekrar öptü dudağımdan.

"Seni seviyorum. Göründüğünden de güçlü olduğunu biliyorum."

Saçlarımdan akan yağmur damlalarının, bir bardağı doldurmak üzere olduğunu fark ettiğimde, kapüşonlunun şapkasını geçirdim kafama.

Çıplak bacaklarım ıslanıyor, ama yaralarımı yakmıyordu bu sefer. Sebebi neydi? İyileşiyor muydum, yoksa yaşadığım daha kötü anılarımın yanında hiç mi kalıyordu bu acı?

Kapının önüne geldim, cebime sokuşturduğum anahtarı çıkardım hızlıca. Yuvasına sokup kilidi çevirdiğimde, annemi karşımda görmemle zıpladım yerimde.

"Hailie, bu saatte dışarıda ne arıyorsun?"

Arkamı dönüp etrafı yokladım hemen. Neyi bahane edebilirdim? Ne kurtarabilirdi beni bu durumdan?

- Uyumak üzereyken sesler duydum anne. Kontrol etmek istemiştim.

"Bu saatte etrafı keşfe mi çıktın yani? Camdan bakmak bile beni ürkütüyor." Dedi sırıtarak.

Ah kahretsin! Annem Nick'le olanları görmüştü. Ben ise durmuş ona rol kesiyordum. Değiştiğini hissettiğim yüz ifademi olabildiğince normale çekmeye çalışıyor, domatese benzememek için kendimi sıkıyordum.

- Sen neden ayaktasın?

Bakışları aniden durgunlaşmıştı. Beni değil, yeri izliyordu artık. "İçeri girsene."

İçeri girdim, arkamdan kapattım kapıyı. O ise parmaklarıyla saçlarını taramaya başladı. Sonra da avucunu açtı bana doğru.

Avucundaki saç tellerini gördüğüm gibi kalp ritmim, normalden çok uzak bir hale gelmişti. Nefes almakta zorlanıyor, ne yapacağımı bilemiyordum ben. Üzülmesin diye ağlayamıyordum bile.

- Sabahları uyandığımda yastıkta tonlarca saç teli görmekten bıktım artık. Bunlardan kurtulmama yardım eder misin?

Başımı salladım gözyaşlarımı silerken. İçimden bağırarak ağlamak gelse de yapamazdım, bir de kendim için endişelendiremezdim annemi.

"Emin misin anne? Saçlarını çok seviyordun."

Gözlerinden akan yaşları bana belli etmemeye çalışıyor, hızlıca kırpıştırıyordu. "Zaten dökülüyor."


   Yaşadıklarını anlatamamak, kendini yiyip bitirmek bir insanın başına gelebilecek en kötü şey olmalıydı, tecrübe etmiştim bunu. Makineyi çalıştırdığımda gelen kısık ama rahatsız edici sesle, annemin aynadaki yansımasına döndüm.

- Sen benim tanıdığım en güçlü, en güzel kadınsın anne. Saçların olmadan da güzel görüneceğine eminim.

Yüzündeki acı tebessümü görmemle, tekrar toparladım kendimi. Makineyi başına dokundurdum. Yere dökülen saç tellerine göz gezdirdim sonra.

Çocukluğumdan bu yana kendimi kötü hissettiğimde, anneme sarılıp saçlarının kokusunu içime çekmiştim. Her ne yaşamış olursam olayım o koku güvende hissettirmişti bana. Huzuru, mutluluğu, sevgiyi ve diğer güzel her kavramı bir anda yaşatmıştı bana bu saçlar.

Şimdi ise yerdeydi. Ve yerdeyken hiç anlam taşımamış gibi görünüyorlardı.

KilitleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin