6.Bölüm : Kritik Zaman

66 48 12
                                    

"Üzüntünü anlıyorum Suat ancak onlar için güçlü olmalısın. Eğer sen kendini bırakırsan onlar da senden vazgeçerler. Yalnızca onlar için yaşa, güçlü ol ve motivasyonunu yüksek tut. Bizi illaki bulacak birileri çıkacaktır. Ya da buradan kurtulmamız için bir çıkış yolu bulacağız."

"Üzüntümü anlayamazsın. Bir baba değilsin, bir kızın da yok ve evli de değilsin. Bu acıyı kimse anlayamaz. Ailemden sonra arkadaşlarım öldü benim. Benim yüzümden, ben yaşadığım için... Ben olmasaydım on iki kişi ölmeyecekti, anasız babasız kalmayacaktı çocukları. Ben onların hayatlarını aldım ellerinden."

"Bak, bunları konuştuğunda veya ağlayarak kendine zarar verdiğinde biz koğuşa dönmeyeceğiz. Ölen arkadaşlarımız bir daha dirilmeyecek. Olan oldu artık, bizim artık kendimize bakmamız gerekiyor. En önemlisi yaşamsal faaliyetlerimizin devamı için bir su kaynağı bulmalıyız." deyip kolunu attı omzuma. "Şimdi o gözyaşlarını sil ve bir kaynak bulalım. Dili ve damağım birbirine yapıştılar."

"Doğru söylüyorsun." diyerek burnumu çektim. Tam ilerleyecekken üniformasının kolundan tutup durdurdum. Anlamayan gözle baktı bana.

"Duyuyor musun?" dedim kulağımı göstererek.

"Neyi duyuyor muyum?" diye soruma soruyla karşılık verdiğinde elimi burnuma götürdüm ve dinlemesini söyledim.

"Bir şey duymuyorum." dediğinde yerimi değiştirdim. Önce kulağımı yukarıya dayadım, sonra yere yapışıp toprağı dinledim. Bir sesin geldiğine emindim ve bunu Faik'e göstermeye çalışıyordum. Toprak seviyesinden daha anlaşılır duyulduğunu anladığımda yüzeye çıkan toprağın bir kısmını köstebek gibi arkaya attım.

"Eğil yere! Bir ses geliyor, duyuyor musun?" Faik, secdeye eğilir gibi toprağın üzerinden sesi dinlemeye başladı.

"Bir ses geliyor, doğru."

"Kulağını daha sert daya ve iyice odaklan kulağına gelen sese. Su sesi bu! Hem de güçlü bir kaynaktan akıyor." Kendisi de emin olmak için bekledi bir süre.

"Doğru. Güçlü bir su kaynağı üstelik. Ancak nasıl ulaşacağız oraya?"

"Burası çok büyük bir yer olmalı. Bu zamana kadar yürüdük ve hiçbir şekilde bir eğimle karşılaşmadık. Hep dümdüz ilerledik. Su sesiyse tam altımızdan geliyor. Yani biraz daha ilerlersek aşağı inecek bir yol bulabiliriz. En kötü yolu kendimiz kazarız."

"Delirdin mi sen Suat? Yolu kendimiz nasıl kazacağız? Ya suyun hemen yanında bir lav varsa? O zaman ne yapacağız, canımız tehlikede olur. Mecburen ilerleyeceğiz."

"Gidelim o halde."

Yol, başında da olduğu gibi yine dümdüz devam ediyordu. Ara ara su kaynağının sesini dinleyebilmek için yere kapanıp duruyorduk ya da yakınımızda da olabilme ihtimali için duvara yapışıp birkaç saniye hareketsizce ve sessizce bekliyorduk. Ses hep alt taraftan geliyordu.

"Sen bana dedin ya..." diye böldü sessizliği. "Hani, bu acıyı bilemezsin diye."

"Evet, bilemezsin."

"Seni en iyi ben anlarım çocuk."

"Nedenmiş o?"

"Buraya gelmeden önce yeni evlendim. Evlenir evlenmez de karım hamile oldu. Şu an dördüncü haftasında. Tabii eğer haberi duyup kalp krizi geçirmediyse ikisinin de sağlık durumu gayet iyiydi. İşim gereği burada yalnızca üç ay askerlik yapacaktım. Buradan çıkar çıkmaz da karımla beraber bebeğin cinsiyetini öğrenecektik. Bana verebileceği en büyük ve anlamlı hediyeydi işte bu."

"Karın da çocuğun da iyi olacaktır."

"Nereden bileceksin?"

"Çünkü buradan kurtulacağız."

"Senin de söylediğin gibi, bir daha asla buradan çıkamayacağız. Baksana dört duvarın arasında kalmış gibi hissediyorum kendimi. Durmadan ilerliyoruz fakat karşımıza bir şey çıkmıyor ki."

"Bunu duyuyor olmalısın." diyerek işaret parmağımı yukarıya doğru kaldırdım.

"Arkadaş, ne kulak varmış sende. Ne duydun yine?" diye güldü Faik.

"Gülmeyi bırak, gürültülü bir şeyler geçiyor tepemizden!" Ellerimi, kendimi korumak için kafamın üzerine koydum ve yere çömeldim. Deprem anında yapılan klasik hareketlerden birisini yaptım. Faik de ne yapacağını bilemeyerek yere yattı yüzüstü. Sonra kafasını bir kaplumbağa misali geriye çekti. Boynu kırılacaktı böyle bir pozisyonda daha fazla durursa.

"Faik, bir şeyler kayıyor!"

"Ne dedin, anlamadım!" diye bağırdım ama tepemizdeki gürültüden sesimin ona ulaştığından emin olamamıştım.

"Kafana dikkat et! Bir şeyler düşüyor. Erozyon oluyor!"

"Erozyonun ne işi olacak burada?"

"Oğlum bana neden soruyorsun? Ben miyim erozyon? Oluyor işte, sana mı soracak ne zaman ve nerede olacağını?"

İstemeden de olsa güldüm Faik'in dediklerine fakat haklıydı. Bir şeyler düşmeye başlamıştı.

BÖLÜM SONU  

KIŞLAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin