34.Bölüm : Düşmanını ne kadar iyi tanıyorsun?

32 29 0
                                    

  Arabaya bindim ve çantamı bagaja fırlattım. Tam da o sırada gördüm zaten “press” yazılı çıkartma kağıtlarını. Her ölçüye uygun bir çıkartma vardı. İki tane çıkartmayı şimdiden ne olur ne olmaz niyetiyle alıp arabanın hem önüne hem de arkasına yapıştırdım. Bir tanesini de çantayı açıp içindeki sarı baretin ön ve arka kısmına, bir tanesi de arabanın zaten önceden içerisinde olduğu zırhların önüne ve arkasına yapıştırıp güvenli bir şekilde arabaya geçip otoparktan çıkardım. Özel frekanslarla ayarlanmış olan telsizimi çıkarıp az önce Buğra’nın her birimiz için kişisel olarak ayarladığı radyo frekanslarını girmeye başladım. Bu şekilde üç kişilik bir grup oluşturacaktık ve iletişimimiz daha kolay olacaktı.
  Tekrar Buğra’nın hatırlatması ilişti kulağıma. Ne olursa olsun telefonlarla asla konuşma yapılmayacaktı. Zaten bildiğim kadarıyla bu telsizlerin de özel koruma gibi bir şeyleri vardı. Asla üçüncü kişi tarafından dinlenmiyordu. Olan bütün konuşma sadece telsize kayıtlı olan frekansların arasında kalıyordu.
  Kuzey tarafından gideceğim için hemen Trabzon yoluna doğru saptım. Bu arada da telsizim aktif hale gelmişti fakat daha bu özel odaya katılan bir başka frekans olmamıştı. Belki de ben çok aceleci davranıyordum.
  “Bu süreçte gerçekten çok büyük bir başarı elde ettin Faik.”
  “Sen olmasaydın bunların hiçbirini başarıyor olamayacaktım. Tekrar söylediğim gibi, sana bu konu için ne kadar teşekkür etsem az gelir.”
  “Ama biliyorsun değil mi şimdi?”
  “Neyi ağabey?” dedim pakette kalan son pirinç tanelerini plastik kaşığın üzerine geçirip ağzıma atacakken.
  Çoğu teorik ve karada uygulayabileceğin hareketleri başarıyla öğrendin ancak bunun bir de hava hareketleri ve savunması var. Teröristlerin de dediği gibi saldırıya bir haftadan çok az zaman kaldı. Bu süre zarfında sadece havada çalışacağız. Seni şu birkaç günde usta bir pilot gibi yetiştireceğim.”
  “Ağabey, bakın sizi de anlıyorum. Buraya kadar gelebilmem bile mucize ancak bundan ilerisi biraz fazlaya kaçmıyor mu sence de? Sen uçağı kullan ve ben de bütün savunma – saldırı hareketlerini uygularım.”
  Benim söylemim üzerine karşımdaki Resul de kem küm etti ancak ağzından anlaşılır bir şey çıkmadı.
  “Sen bilmiyor musun savaş uçakları kullanmayı? Koskoca rütbeye sahipsin. Okulu boşuna mı okudun?” İşte bu aralarda kendimi bir anne gibi görmüştüm.
  “Aslında çok istiyorum. Ancak başkan senin yapman gerektiğini söylemişti. Hatırlamıyor musun?”
  “Bence gidip son kez bir daha konuşalım. Bu kadarı benim için çok fazla. Bunu layığıyla yapabilecek tek kişi sensin bu kışlada. Ne olur gidelim ve onu ikna edelim. Sen taşımacılık yaparsın havada ve ben de gözlerimi dört açar, her şeyi dikkatlice incelerim. Havdan silah sıkarım.”
  “Onca metre yükseklikten silah mı sıkacaksın sen gerçekten?” Söylemi biraz kinayeliydi Resul’ün.
  “Bu savaş uçağı hiç mi ateş etmeyecek? Bu yolcu uçağı hiç mi yere inmeyecek, o zaman ne yapacağız?”
  “Şu anlık o kadar ileriyi düşünmek iyi değil. Asıl şu anı nasıl değerlendirmemiz önemli bizim için. O halde gidelim.”
Üç Gün Önce
  Koant bölgesinde kasvetli bir hava vardı. Irak’ın başkentinden sonra gelen başkentmiş gibi düşünmek yanlış olmazdı. Türkiye’nin İstanbul’u nasılsa Irak’ın da Koant bölgesi aynıydı. Aralarındaki tek fark isimleri ve yerleriydi. Ayrıca Koant bölgesine “Mafyalar Diyarı” tabirini kullanmak tam da yerinde bir görüş olurdu.
  Başkan Loat, her zamanki gibi yönettiği operasyonların güncel son durumlarını izliyordu kendi odasında. Bugün hedefledikleri beş saldırıdan dördü başarılı olmuş, kalan bir tanesi de henüz yapılıyordu ve o da çok büyük ihtimalle başarılı sonuçlanacaktı.
  “Gelebilir miyim?” dedi bir yardımcısı kapıyı açarak.
  “Gelme desem gelmeyecek misin?”
  “Kusura bakmayın efendim.” Diyebildi sadece yardımcı odaya girerek.
  “Önemli bir gelişme yaşanmıştır umarım.” Başkanın sesinde bir gram oynama yoktu. Masasındaki satranç tahtasının yanında bulunan ve ayrınca başkanın en sevdiği kupasının içinde kalan kahvesinin son yudumlarını ağzına döktü ve sertçe yerine bıraktı.
  “Temizlik binasına gönderdiğimiz adamlar sisteme sızmayı başardılar efendim. Ayrıca sizin bize önceden söylediğiniz her şey doğru çıkıyor. Şu an plana sadık kalıyoruz, daha doğrusu bizim yapacağımız hiçbir şey yok.”
  “Bu da ne demek oluyor?”
  “Yani şöyle efendim, biz ne yapacaksak onlar kendileri yapıyorlar. Anlayacağınız üzere kuş kafese çoktan girdi. Şimdilik bir emriniz var mıdır?”
  Loat, satranç tahtasındaki şah hariç bütün taşları yere attı ve tahtanın tam ortasına elinde tuttuğu beyaz renkli şahı koydu. Ardından sinsi bir gülüş dağıldı odanın içine.
  “Tam dört gün sonra Ankara’da bulunan kalenin tuzla buz olmasını istiyorum.”
  “Efendim, haddime değil ama,” yardımcının sesi çok titriyordu ve bu da onun korktuğunu gösteriyordu. “Neden dört gün sonra, neden bugün ya da yarın değil?”
  “Bu sorunun cevabının neden dört gün sonra olduğunu, dört gün sonra anlayacaksın.” Şeklinde tekerleme söyler gibi bir cevap verdi Loat, odasına giren yardımcısına.
  “Nasıl her zaman haklı çıktıysam dört gün sonra da aynen öyle haklı çıkacağım.”
  Yardımcı cevabını ziyadesiyle alıp çıkacakken durdurdu Loat onu.
  “Çünkü onların da bize karşı hamleleri olacak. Bunun için hazırlık yapıyor olmalılar. Öncelikle saf ayağına yatacağız. Bu yöntemle düşmanımızı kendisinin bildiğinden bile daha çok bileceğiz ve tanıyacağız. Biliyorsun ki mücadelede asıl önemli olan şey yapacağın hamlelerin değil, düşmanı iyi tanıyıp tanımadığın.

Bölüm Sonu

KIŞLAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin