13.Bölüm : Acı

47 38 6
                                    

Bölümdeki ayva yiyen mafyayı daha iyi gözünüzde canlandırma için Kuzey Yıldızı "İlk Aşk" 'ın 40. ve 54-55. bölümlerine bakabilirsiniz.



13.Bölüm : Acı 

Buradan çıkış biletimizi en nihayetinde bulmuştum. Suat'la ayrıldığımız yoldan ilerlemiştim. Çok uzun bir süre karşıma bir şey çıkmamış, bazı anlarda geri dönmeyi bile düşünmüştüm içimden. Sonuna kadar sabretmiş ve şu an karşımda gördüğüm görüntünün keyfini çıkartmıştım. Yavaşça yaklaşıp incelemeye başladım. Direksiyonun iki kanadından birisi kırılmıştı, çoğu koltukların yan tarafları kopmuştu, pedallar sağlamdı fakat bisikletin zincirleri oldukça fazla hasar görmüştü. Bir tanesinin zinciri yerinden kopup yere sarkmıştı. Bisikletin en arka koltuğuna bağlı olan ve içinde Ali'nin de bulunduğu römorkun kenarları çatlamıştı. Ali'ninse cansız bedeni pedalların arasına sıkışmıştı. Bisiklette hasar görmeyen tek yer lastiklerdi. Birinin lastiği dahi yamulmamıştı. Römorkun içindeki gizli bölmede duran yiyecek ve içecekleri kontrol etmek için sessiz adımlarla yaklaştım. Bir paket suyun patlayıp döküldüğünü ancak içindeki paketlenmiş gıdaların zarar görmediğini görmüştüm. Sağlam olan gıdaların hepsini bir çırpıda toplayıp çantama atıverdim ve belki tamir şansımız vardır diye de sürüklemeye başladım hurdaya dönen askeri bisikleti.

***

Gözlerimi açtığımda çok ciddi bir baş ağrısıyla uyandım. Ellerim, daha önce hiç bu kadarını görmediğim kalın bir halatla bağlanmış ve başka bir halatın içine geçirilerek tavana asılmıştı. Kalkmaya çalıştığımda tavanda duran basit makaralar yüzünden havalanmaya başlıyordum. Ağzımı da güçlü sayılabilecek markadaki koli bantlarıyla bantlamışlar, bandı da yanıma koyuvermişlerdi. Ağzım bantlı bir şekilde bağırmaya başladım rutubet kokan depoda. Sonra etrafta birilerini görmek için kafamı sağa ve sola çevirdim fakat nafile! Bulunduğum depoda benden başka birisi yoktu. Başımı tam öne eğecekken alarmlar çalmaya başladı. Ardından kafamı odanın sol üstüne doğru kaldırdığımda hareket sensörünün olduğunu anladım. Ben, olayları daha yeni yeni anlıyorken deponun demir kapısı vurularak açıldı. Elinde demir sopa olan adam içime kadar yaklaşmıştı.

"Söyle çocuk!" dedi tanımadığım adam garip bir aksanla konuşurken. Halimle dalga geçiyor olmalıydı sıska adam! Özlerimle bağlı olan ağzımı gösterdim ve adamın muhtemelen anlamadığı şekilde sesler çıkarttım. Önde duran sıska adam, önce odayı taradı ve arkasından birinin gelmediğini gördüğünde küplere bindi. Beline koyduğu silahı kavrayarak birkaç tane boş atış yaptı dikkat çekebilmek için. Sıska adam, kendisine çalışan insanların depoya girmesiyle gözden kayboldu. Depoya giren adamları da buna bir anlam veremedi. Ardından depoya doğru gelen bir insanın garip şekilde gülmesi ilişti kulaklarıma.

"Ağağağağ..." "A" ve "Ğ" harflerinden oluşan bu kahkaha tufanı depoya girene kadar sürdü. Sıska adam, tişörtünün içine öyle bir şey koymuştu ki en az 120 kiloluk bir hale gelmişti. Beni gördüğünde tüm gülüşmesi bitti ve kızgın bir şekilde baktı.

"Niye gülmüyorsun?" diye sorduktan sonra tekrar kahkaha tufanına dönüştü adam. Arkasına döndü ve yemek masasının üzerinde üstü örtülü biçimde duran sunum tabağının siyah örtüsünü kaldırdı ve bana baktı. Kenara doğru atarken tekrar gülmeye başladı. Deponun içindeki adamları da ağızlarını patronlarından saklayarak gülmeye çalıştılar.

"Bu ne biliyor musun?"

Hiçbir şekilde ne ses çıkardım ne de baktım.

"Bu ne biliyor musun?"

Tekrar bir tepki vermedim fakat her tekrarlayışında yükselttiği sesinin seviyesinden korkmaya başlamıştım. Onun bana bakmadığı bir anda göz ucuyla ne yaptığına baktım. Tabağın üzerindeki örtüyü açmış, içinde duran ayvaları, tabağın üzerinde olduğu yemek masasına birer birer koymuş ve sunum tabağını eline alarak bana doğru dönmüştü. Göz göze gelmeden hemen çekti gözlerimi onun üstünden.

"Bu ne biliyor musun?" dedi sondaki "n" harfini olabildiğince uzatarak. Sonra yere doğru indirdiğim kafam, adamın tabakla sarsıldı. İşte, tam da o sırada fark ettim sunum tabağının plastik kaplama olduğunu. Sertçe bir bakış fırlattım adamın yüzüne. Adam da deponun köşesinde duran adamlarından birine kaş-göz yaptı. Aldığı emiri anlayan adamları yanıma yaklaştılar ve sanki tırnağının yanında çıkan et parçasını çeker gibi ağzımda duran bandı koparıp attı. Tam yerine geçecekken patronunun öksürmesiyle durdu ve adama baktı bir süre. Patronu, ağzında çiğnediği ayvayı tam olarak yuttuktan sonra nezaketen öksürdü ve dudaklarının kenarlarına bulaşan ayvanın suyunu bir bez yardımıyla sildi Her şeyini tamamladıktan sonra sol elini havaya kaldırdı ve bu şekilde baktı adamına. Bandı çıkaran adam tekrar yanıma yaklaştı ve yukarıda duran basit makineye birkaç ayar verdikten sonra kumandasına bastı. Basmasıyla beraber beni yukarıdan tutan basit makara aşama aşama yükseldi. Bunu kabul etmediğimi göstermek için bağırmaya başladım fakat patronları, ağzımı tekrar bantlamakla tehdit etti beni.

"Ağağağağağ! Ayva yer misin, ağağağağağ."

"Ne istiyorsunuz benden?" diye bağırdım tepede dururken ayaklarımı birbirine vurarak.

"Senden her şeyini istiyorum fakat öncelikle bir misafirimiz var. Onunla tanışmayı isteyeceğini düşünüyorum." diyerek deponun kapısından çıktı ve kısa bir süre sonra yanında başka bir Türk askeriyle geldi depoya.

"Suat!" dedi şaşırarak Faik. "Ne yaptınız ona?" Köşede duran patronun adamlarına saldırdı önce. Faik, onlara saldırırken patronları da Faik'e dokunmaması için işaret erdi. Her birini yere düşüren Faik, en sonunda hıncını alamayarak elinde ayva duran adama saldırdı.

BÖLÜM SONU 

KIŞLAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin